AHLÂKTAN ARINDIRILMIŞ DİN ANLAYIŞI Abdullah ALAGÖZ

02.04.2016 20:03

Toplumların hayatlarında hep öne çıkan ve birey- toplum ilişkilerinin şekillenmesinde etkili olan unsur ahlâki değerlerdir. Ahlâki değerleri çökünce din, içi boşaltılmış kurallar bütününe döner. Çoğu zaman din ve ahlâk kavramları eşanlamlı kullanılır. Semavi dinler için din, ilahi kaynaklı kurallar manzumesine dayanan ve insanların hayatlarını şekillendiren inançlar bütünüdür. Başka bir ifadeyle Allah tarafından peygamberler aracılığı ile insanlara ulaştırılan ilahi bir kanundur. Dinin sahibi Allah, muhatabı ise bireylerdir.
 

Dinin amacı, insanları iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini bildirmektir, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturmaktır. Bu özelliği ile de ahlakı da kapsar, şekillendirir. Ahlâk ise dini öğelerle şekillenebildiği gibi din olmadan da varlığını devam ettirebilen kurallara dayanır.

Ahlâkı devre dışı bırakan bir din anlayışı sadece inanç ve ibadet ritüellerine döner ki toplumda yaptırım etkisi zayıflayacağı gibi dini değerlerin istismarı ve toplum nezdinde etkisizleşmesi gibi istenmeyen durumlara da sebep olabilir. Din sadece inanç ve ibadet gibi kurallara indirgendiğinde birey -toplum ilişkisi halkası devre dışı kalır.

Oysa din insanlara gelmiştir. İnsanlar topluluklar halinde yaşar. Toplumları da bir arada tutan iyi- kötü, güzel –çirkin, doğru-yanlış gibi sınıflandırılan yargılarla varlığını devam ettirir. Bu yargıların devre dışı kaldığı bir din anlayışı, topluma kurallarını uygulayamadığı gibi toplumda var olan ahlâki yargıların işlevsizleşmesine de zemin hazırlar.

Din, bireyin aklına ve vicdanına hitap eder. Ahlâk ise bireyin vicdanına hitap eder. Bu özelliği ile ahlâk özneldir. Dolayısıyla bu özelliği ile dinden farklılaşabilmektedir. İnsanı düşünmeye, akletmeye, sorgulamaya sevk eden din ile insanı vicdanıyla karşı karşıya getiren ahlâk…

Ahlâk anlayışı ateist diyebileceğimiz kişilerde ve farklı inançlara sahip toplumlarda da vardır. Çoğu zaman bizde olması gereken davranışları onların sergilemelerine de gıpta ile bakarız.

Ahlâk, toplumları bir arada tutan sözlü kurallar bütünüdür. Bu kurallar din kadar ilgili toplumların gelenek ve görenekleriyle de şekillenebilmektedir. "İnsanlara güzel ahlakla muamelede bulun”  diyen fahri Hz peygamber ahlaki değerlerin toplumsal hayatımızdaki önemini vurguluyordu. Kişilerin imanlı olup olmadıklarını bilemeyiz ama güzel ahlak anlayışlarıyla inançları, karakterleri hakkında ancak bir şeyler diyebiliriz.

Ahlâk kuralları dini kurallar ve hukuk kurallarıyla örtüşebildiği oranda ilgili toplumlarda düzen ve ahenklilik olur. Ahlak, iyi- kötü, din, günah- sevap, hukuk ise ceza gibi yaptırımlarıyla toplumsal hayatımızın sınırlarını belirlemektedir.

Ahlâk kuralları toplumların mili ve dini vasıflarını, meziyetlerini topluma ve bireylere içselleştirdiği oranda şahsiyetli bireyler ve sağlıklı toplumlar ortaya çıkabilir.

O halde dini ahlâktan ayırarak topluma sunmaya kalkmak bireysel olarak insanlara her türlü iftira atma, kul hakkını yeme, haksızlık yapma, hırsızlık, yolsuzluk gibi sosyal hastalıklara davetiye çıkarır, dayanışmayı, birlik ve beraberliği zayıflatır, moral ve motivasyonu yok eder. 

Oysa ahlak, kaynağını din ve örfü kurallardan alan, geçmişin birikimi ile toplumları geleceğe taşıyan güzel kurallar bütünüdür. Bu önemi vurgulamak için “Güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” Diyordu Hz peygamber.

İnsanların eksiklerini tamamlamayı, zaaflarını kapatmayı, yanlışlarını düzeltmeyi, onurlandırmayı, sevmeyi, saygı duymayı teşvik eden bir din ve ahlak anlayışı toplumlara huzur güvenlik ve mutluluk getirir. İftira at tutmasa izi kalır mantığı,  çıkarı uğruna kutsal değerleri ticarette dönüştüren anlayış, dini kutsalları, ahlaki değerleri kendi çıkarına alet eden anlayış ise toplumun temellerini dinamitlemekle kalmaz o toplumların yok olmasına da davetiye çıkarır.

İslami ahlak anlayışı: gösterişi, şaşaalı hayatı, israf ekonomisini, iftira atmayı, yalan söylemeyi, kul hakkını yasaklar; sade hayatı, tevazuyu, tutumluluğu, saray debdebesi yerine mütevazı yaşamı ve verim ekonomisini öğütlemektedir.

 

Son günlerde yaşanan bazı olaylar insanımızın güzel ahlaktan nasıl koptuğunu açık- seçik ortaya koymaktadır. İnsanların namusuna dil uzatma, iftira atma, yalan söyleme, bir dediğini bir başka şehirde inkar etme, nabza göre şerbet verme, algı operasyonlarıyla toplumu kandırmaya çalışmak, kendi ihanetlerini başkasına mal etme gibi basit savunma mekanizmalarına baş vurmaları ibretlik olaylar olarak yaşanmaktadır. 

İşin en dramatik yanı ise bu alçaklığı din adına, yaptıklarını söyleyerek hem dini istismar etmeleri hem de toplumda moral değerlerin yıpranmasına, etkisizleşmesine hizmet etmeleridir.

Böylesi alçakça hareketlere İslam coğrafyası pekte yabancı değildir. Emevi zihniyetiyle zuhur eden, Hasan Sabah ve şakirtleriyle virüse dönüşen bu hastalık, maalesef günümüzde tavan yaptı.

Bu sosyal virüsü taşıyanlara bakıyorsunuz çoğunun isminin başında ve sonunda dini takılarla süslenmiş uhrevi kişilikler yatmaktadır. En belirgin özellikleri, dini kavramlara sığınmaları, “biz ve ötekiler” gibi toplumu ayrıştırmaya yönelik dil kullanmaları, kendilerinden olmayan herkesi imkânları ölçüsünde ekarte etme çabaları, başkalarının hakkını gasp ederek kadrolaşmaları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ahlâktan kopuk bir din anlayışının bizi getirdiği nokta ve insan modeli maalesef bu.