AKSİYONER TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ - 2 (Abdullah ALAGÖZ - Halil KONUŞKAN)

02.04.2016 20:07

Peki biz niye reaksiyoner göründüğümüz şeklinde bir özeleştiriye hak veriyoruz?

Biz, Türk milliyetçiliğinin aksiyoner olduğunu içinden geçtiği dönemlerde hep bu aksiyoner tutumunu koruduğunu düşünmekle birlikte reaksiyonerliği ile öne çıktığını görüyor ve işte bunu eleştiriyoruz.

Sırasıyla açıklayalım:

Komünizme milli kimliğimize uygun olmadığı için karşı çıkarken aslında kendisi tepki hareketi olan komünizmin tepkisel yönünden çok ülkücülerin komünizme tepkisel yönü öne çıktı.

Son otuz yıldır bölücü etnikçi akıma karşı çıkarken bu akımın Türk devletine olan düşmanlığına dayanan silahlı tepkisinden çok ülkücülerin terör örgütüne tepkisi öne çıkıyor.

Yine son yıllarda sahte ümmetçilerin Türk düşmanlığı tepkisinden çok ülkücülerin sahte ümmetçilere tepkisi öne çıkıyor.

Türk milliyetçileri aksiyoner ruhunu korurken dışarıdan nüfuz etmeye çalışan ithal ideolojilere karşı toplumun milli refleksi olmaya devam ettiler. Millet denilen organizmayı korurken değişim ve dönüşümünü belki istedikleri hızda ve etkinlikte yapamamaları haklı olarak acaba reaksiyoner bir hareket mi oldu sorusunu gündeme getirdi.

Bu durumun sebebinin ise üstünlük alamamakla, inisiyatif alamamakla, gündem belirleyememekle, algı oluşturamamakla ilgili olduğunu düşünüyoruz.

Eğer bu akımlara karşı çok yönlü koordineli bir karşı duruş ile birlikte milliyetçiği Türkiye temelinde tutarlı bir dünya görüşü olarak bütün halk katmanlarına mal edebilseydik bu karşı duruş sadece ülkücülerin karşı duruşu olarak algılanmayacak, toplumun kendi varlığına yönelik tehlikelere karşı kendi tepkisini sahiplenmesi sürecini yaşayacaktık. Eğer topluma mal oluşu istediğimiz ölçüde sağlayabilseydik çıkış yolu olarak mensubu olduğumuz Türk milliyetçiliği fikir sistemine sahip çıkmaya toplumun hızla yönelmesini de başarabilirdik. 

Eğer, komünist terör düşüncelerini bir vizyon ile ortaya dökerken siz onlardan sonra onların bu eylemine tepki olarak ortaya çıkıyor ve toplum olarak öyle algılanıyorsanız…

Eğer, bölücü unsurlar bölücü fikir ve eylemlerini her yerde ve ortamda çekinmeden ortaya koyarken siz gerektiğinden fazla ihtiyatlı davranıyorsanız…

Eğer, sahte ümmetçiler inanmadıkları Türkiye’nin önüne “Yeni Türkiye” ideali ve vizyonu koymayı denerken siz Türk kimliği ve birliği üzerinden Türk toplumuna yine kendinize ait olan yüce bir ülküyü sunamıyorsanız…

Eğer dünya görüşünüzü topluma taşıyacak bütün iletişim kanallarınızı kendi elinizle kapatıyorsanız ve toplumla iletişimi adeta imkânsız hale getiriyorsanız zamanla toplumun zihninden de silinirsiniz.

Eğer dünya görüşünüzü çağın gereklerine uygun geliştiremiyorsanız ve toplumun bütün katmanlarının problemlerine cevap bulamıyorsanız, alternatif olamıyorsanız…

İşte o zaman aslında aksiyoner olan bir düşüncenin reaksiyon geliştiren bireyleri ve temsilcileri olarak kalırsınız.

O halde, Türk milliyetçiliğinin aksiyoner bir ruhla yeniden vücut bulması için öncelikle “Türk milliyetçiliği nedir?” sorusuna cevap aramalıyız.                                                                                                                        

Türk milliyetçiliği; Türk’ün tarihi süreç içerisinde kuşaktan kuşağa aktararak getirdiği sosyal, siyasal, ilmi, felsefi, estetik, dini, edebi gibi toplumun kendisine has maddi-manevi kazanımlarının tümünün oluşturduğu bütünde kendini bulan, Türk milletini sevmek, onun mutlu, müreffeh olması üzerine geliştirilen düşünce sistemine denir. Türk milliyetçiliği bir bakıma Türk’ün dünyayı okuma, anlama ve anlamlandırması olarak ta açıklanabilir. Türk milliyetçiliği aynı zamanda Türkçülük olarak ta anlamlandırılmaktadır. Zira Türk milliyetçiliği sadece ülke içindeki Türkleri değil Türkiye dışındaki Türkleri ve İslam coğrafyası ile bütün insanlığı da kuşatma iddiasındadır.

Bundan dolayı Türk milliyetçiliği Türkçüdür, İslamcıdır ve toplumcudur.

Türk milliyetçiliği sosyolojik bir temelle dayanır. Türk milliyetçiliği Türk milletini diğer milletlerden ayıran, onu kendi içinde ahenkli şekilde varlığını sürdüren değerlerle beslerken diğer milletlere karşıda hoşgörülü olma gibi ulvi değerleri de içinde barındırmaktadır. Bu özelliği ile ne şovenizm gibi bir hastalığa dönüşebilir ne de sahte İslamcıların aidiyetsizliklerini ciddiye alır. Türk’ün tarihi bunun en güzel örneğidir.  Milletlerin varlığını Allah’ın bir alameti olarak kabul ederken ırka dayalı bir hastalığı da hem tarihi geleneğinden hem de mensubu olduğu İslam inancından dolayı reddetmiştir.

Türk milliyetçiği Türk’ün tarih sahnesine çıkışıyla başlar. Milli devlet ve millet anlayışı ne Batı’dan gelen etkilenmeler ne de entelektüel çevrenin çabasıyla gerçekleşir. Anadolu’da ise bir zaruret sonucu ortaya çıkar ki; İstiklal Savaşımız, bunun en güzel örneğidir. Ancak denilebilir ki Türk milliyetçiliğinin güç kazanması ve milli devletini kurmasında dünyadaki gelişmeler, imparatorlukların sona ermesi ve Fransız ihtilalı ile başlayan milliyetçilik hareketleri ivme kazandırmıştır.  

Cumhuriyet’in ilanı ile temellenmeye başlayan ve daha sonra elde edilen bazı hukuki kazanımlara rağmen 1930 ile 1950 yılları arasında milli devletin Batı medeniyetine teslim olanlar tarafından Türk kültüründen sistemli bir şekilde uzaklaştırılması çabası bir hayli başarılı olmuştur.   Bu sebeplerden dolayı Türk Milliyetçiliğinin 1944 yılına kadar aksiyoner bir kimlik kazanamadığını görmekteyiz.

Gerçi tarihi süreç içerisinde birçok düşünürün bu alanda hizmetleri görülmektedir. Bu çalışmalar özellikle Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı ve Ziya Gökalp ile sağlam bir zemine oturur ama 1944 milliyetçilik olayı bir kırılma noktasıdır. Bu tarihten itibaren devlete dayanmayan ve sivil alana çekilen bir milliyetçilik dönüşümü gerçekleşir.

Bu dönemde siyasal bir zemine oturan Türk milliyetçiliği Başbuğ’un çabalarıyla bir dünya görüşü halini alır. Başta Prof.Dr. Erol Güngör, Seyit Ahmet Arvasi hocanın ve birçok düşünürün katkısıyla bütün problemlere kendi içinde çözümler üretmeye çalışan bir paradigmaya dönüşür. Bu yeni anlayış, her türlü dogmalardan uzak gelişim ve değişime açık,  tefekkürü ön plana alan toplumu kuşatıcı bir yapıya bürünür. Nitekim doktriner Türk milliyetçiliğinin dokuz umdesinden birinin de ilimcilik olması bunun en güzel örneğidir.

Türk milliyetçileri Türkçüdür; Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Türk milliyetçiliği sadece Türkiye Türklerini değil bütün dünya Türklüğünü hedef alanı olarak seçmektedir.  Bu durum karşısında Atatürk milliyetçiliği tabiri 1980 ihtilalı ile anayasamıza girmiş olup hiçbir bilimsel değeri olmayan zorlama bir ibaredir.

Kültürde süreklilik önemlidir; kültürün bir unsurunu şahsileştirdiğimiz zaman “süreklilik” özelliğini devre dışı bırakmış oluruz. Dolayısıyla tarihin büyük bir kısmını “ötekileştiririz.” Şahıs milliyetçiği olamaz. Bu anlayış aynı zamanda “Ne mutlu Türküm diyene!” diyen Atatürk’ü de anlamamaktır. Peki; doğru olarak anlayabilmemiz için nasıl bir bakış açısına sahip olmamız gerekir?

Öncelikle Türk milliyetçiliğinin; millet sevgisine dayanan, tarih birliği şuurundan, Türk -İslam ahlakından, Türk karakterinden oluşmuş birleştirici, kapsayıcı bir kavram olduğunu bilmeliyiz. Türk milliyetçiliği Türk kültürü ile vücut bulur.

Kültür; bir toplumun tarihsel süreç içinde meydana getirdiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi unsurların toplumun hayat tarzı haline gelmesi, yaşadığı coğrafyayla zenginleştirdiği değerlerin içselleşmesi demektir.

Millet bu anlayış üzerine inşa edilir. Aidiyet ya da kimlik, ırk üzerine değil kişiliğimizle bütünleşmiş olan kültürle somut bir isme dönüşür. O da Türk ya da Türk milleti şeklinde ifadesini bulur. Türk milliyetçileri, aidiyet anlayışının temelini kültür kabul etmektedir. Bu özelliğinden dolayı Balkanlardan, Kafkaslardan gelen birçok topluluk bu hareketin öncülüğünü yapmıştır. Zira Türk, asırlarca yönettiği ülkelere asimilasyonu değil, kendi kültürlerini muhafaza etmeleri için her türlü imkânı hazırlamıştır. Uzun asırlar birçok coğrafyada hüküm sürmesi onun fetih anlayışı ile diğer toplulukların istilacı anlayışları arasındaki farktan kaynaklanmaktadır.

Türk milliyetçiliğinde devlet kavramı önemli bir yer tutar.

Devlet, toplumun örgütlenmiş halidir; milletine tavır alan değil onun bütün özellikleriyle kurumsallaşmış bir teşkilat yapısıdır. Bunun yanı sıra kutsal ve dokunulmayan bir kuruluş da değildir. Tam tersine kutsal kabul edilen değerleri, sembolleri korumakla yükümlü olan bir örgütlenmedir; kültürel yapının bütün özelliklerini içine sindirmiş bir teşkilatlanma özelliği gösterir. Devlet, Türk milletinin kazanımlarını korumakla yükümlü olduğu için çok önemlidir. Kutsallığı Türk milletini değerleriyle birlikte iç ve dış tehlikeye karşı korumasından kaynaklanmaktadır. ”Devlet-i ebed müddet” deyişini bu düşüncenin bir yansıması olarak görüyoruz.

Türk milliyetçiliği aynı zamanda kendi Hinterlandı olmak üzere Türk dünyası ile sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal bağlarla yeni birliktelikler oluşturmayı hedefler. Bu birlikteliklerle birlikte İslam dünyası ve bütün devletlerle bağlarını stratejik ve ekonomik ihtiyaçlar ölçüsünde güçlendirmeyi amaçlar. Dünya barışının sağlanmasında başat bir güç olmayı hedefler. Bütün Türk coğrafyalarında ve yakın komşularımızda son yıllarda kültürel ve ekonomik birliktelik bu düşüncemizi doğrulamaktadır. Türk milliyetçilerinin amacı bu çalışmaları bölgesel olmaktan çıkarıp evrensel boyuta taşımaktır. Turan ideali bunu hedeflemektedir.

Bütün milletlerin mutluluğunu, ekonomik refahını, bireysel özgürlüklerini savunur. Türk milliyetçiliği, sadece Türk dünyası ve İslam dünyası açısından değil bütün insanlığın problemlerini kendi problemi kabul eden demokratik ve barışçı bir özellik arz eder dersek doğru tanımlamış oluruz.

Bu noktada milli değerlerin evrensel boyutlara çıkarılmaya çalışılması da önemlidir. Milli değerlerini evrensel boyuta çıkarmaya çalışan bir milliyetçilik için ne şovenizm ne diktatörlük ne istilacı ne de başka bir niteleme yapılamaz.

Türk milliyetçileri, ülkemizde yaşayan herkesi Türk milletinin bir ferdi olarak görür. Bütün yerel kültürleri bir zenginlik kabul eder. Ancak başat kültür ile yerel kültürleri aynı seviyeye getirerek ve toplumu çözülme sürecine götürme gibi bir paradigma değişikliğine izin vermez.

Zira farklılıkların bir zenginlik, folklorik öğe olarak varlığını sürdürmesinden kastedilen bu farklılıklardan ayrışmaya zemin hazırlamak değildir. Tarih hafızası çok kuvvetli olan bir millet olduğumuz için dün bu konularda oynanan oyunların tekrar servis edilmesi durumunda Türk milliyetçilerinin karşı tavır alması ve tutum sergilemesi normaldir.

Türk milliyetçileri, farklı etnik dillerin konuşulması, öğrenilmesi insanların en doğal hakkı olarak kabul eder. Ancak ülkede tek ve ortak anlaşma dilinin Türkçe olduğu gerçeği ile yazışma dilinin sadece Türkçe olduğu olgusunu sulandırmayı, buna alternatif bir dil geliştirmeyi hak olarak görmediği gibi bunu Türk milletinin temelline atılmış bir bomba olarak algılar.

Türk dilini daha güçlü bilim, sanat, edebiyat ve felsefe dili yapmak; Türk milliyetçiliğinin amaçlarındandır. Edebiyat, sanat, felsefe anlayışlarını Türk kültürü üzerine inşa eder. Kültürün her alanında adeta bir Türk izi bırakacak nitelik taşıyabilmeyi kendine hedef olarak görür. Folklorundan, müziğine, plastik sanatlarından edebiyatına, düşünce sistemlerinden bilimsel çalışmalarına velhasıl her konuda bir Türk Rönesanssını amaçlar.

Ayyıldızlı bayrağımız nasıl bağımsızlığın sembolü ise Türkçemizde; düşüncemizin, rüyalarımızın, hayallerimizin, hikâyelerimizin, hoyratlarımızın, romanlarımızın, türkülerimizin, ninnilerimizin kısacası iletişimimizin ses bayrağıdır. Türkçe elden giderse bayrakta, vatanda dahası millette elden gitmiş olur. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur.
 

Türk milliyetçiliğinin başat öğelerinden birisi de İslam’dır. Dolayısıyla Türkçülük ya da Türk milliyetçiliği İslami değerlerle yoğrulmuş bir milliyetçiliktir. İslam ile milliyetçilik birbirinin ne alternatifi ne de çelişiğidir. Bu tür sorulara muhatap olmak ya art niyet ya da cehalettin göstergesidir. İslam; milletimizin dokularını güçlendiren, harekete geçiren, birleştirici rol oynayan her alanda etkileyici normlarıyla yönetime de yardım edici muazzam bir ilham kaynağı olmaktadır. İslamiyet’in etkisi sosyal, hukuki, ekonomik v.b. alanlarda varlığını gösterecektir. Onu sosyal hayattan çekmek kadar hedeflere ulaşmada araç olarak kullanmakta hem yanlış hem de tehlikelidir.

Diğer yandan milleti oluşturan unsurlardan sadece bir din olmakla birlikte farklı dinlere mensup aynı ırktan insanların milleti meydana getiren tarih, şuur ve kültür birliği içinde olan topluluklarda milletin asli unsurları olarak kabul edilir. Örneğin Gökoğuz Türklerinin Türk milliyetinin asli unsuru olduğunu da unutmamak gerekir.


Türkler İslam ile şereflendikten sonra İslam medeniyeti de Türkler ile güç kazanmıştır. Türklerin İslamiyet’i kabulü ile Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi Nizam-ı alem ülküsüne dönüşmüştür. Özelde Türk milleti ve Türk dünyasını kucaklama genelde ise İslam dünyası ve bütün insanlığı kucaklamayı amaçlar. Türk milliyetçiliği İslam’ın emrettiği bir kültür milliyetçiğidir. Her türlü şovenizmi reddeden ve Allah’ın bir alameti olan “insanların kavimler halinde yaratılması” gerçeğini dünya görüşünün bir tezahürü olarak görür. Kendi milletine, İslam dünyasına ve bütün insanlığa hizmeti bir bayrak yarışı şeklinde düşünür. Dolayısıyla kaderimiz olan Türklük ile tercihimiz olan İslam birbirinin alternatifi değil aksine İslam Türklük bedenimize o ulvi ruhu vermiştir.

Türk milliyetçiliği ekonomik sistemini de milletin temel dinamiklerine dayanan ve toplumun bütün katmanlarına refahı getirmeyi amaçlayan bir modeldir. Kapitalizmin sınırsız kazanma arzusu için bütün yolları mubah sayan anlayışı, milletimizin ekonomik modeli olamaz. Bireyin yaradılışındaki o muhteşem ruh-beden dengesini ekonomik sistemi için model kabul eder. Ne kazanma arzusuna karşı çıkar ne de materyalist bakışı bir amaç haline getirir. Üretim, bölüşüm ve tüketim nasıl olmalıdır sorusuna Türk milletinin sosyal yapısına, kültürel değerlerine ve bilimin verilerine uygun bir modeli hedefler.

Bahse konu model dokuz ışık doktrininde “millet sektörü” olarak tarif edilmiş ve düşünce olarak konumlandırılmıştır. Millet sektörü, hem devleti yönetenlerin otoriter tavırlarına hem de patronların salt çıkar anlayışına alternatif olarak üçüncü bir ekonomik yolun anahtarıdır.

Tüm bu bilgiler ışığında en önemli nokta ise eğitim sistemi ile ilgilidir. Türk gençliğinin, milli ve manevi değerlerine bağlı, bilimin ışığında geleceğin Türkiye’sini omuzlayacak şekilde yetiştirilmesi önemlidir. Bu sistem; Türk gibi düşünen, dünyayı Türkçe okuyan ve Türkçe temellendirebilen bir anlayış üzerine inşa edilmektedir. İdeal insan Türk’ün gurur ve şuuru, İslam’ın ahlak ve fazileti ile yoğrulmuş Serdengeçtileri, Alp Erenler olarak yetiştirmeyi hedeflenmektedir.

Milletlerin geleceğe yürüyüşlerinde insan modelleri çok önemlidir. İnsana yapılan yatırım kısa süreli sonuçlar vermez ama toplumların geleceğini garantiler.

Kur’an gibi Allah katından inen ve kusursuz olan kutsal kitabımızın varlığına rağmen İslam tarihinde Hazreti Ömer’in sergilediği adaletini görebildiğimiz gibi Yezit’in sunduğu kan ve gözyaşını da görebiliyoruz.

O halde sisteminiz ne kadar iç tutarlılığa sahip olursa olsun insan modeliniz sağlam yetişmiyorsa en iyi sistemi bile berbat hale getirebilirler. Bundan dolayı, Türk milliyetçiliğinde temel özne, millet ve milleti meydana getiren fertlerdir.