AKSİYONER TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ 4 (Abdullah ALAGÖZ - Halil KONUŞKAN)

02.04.2016 20:09

Ülkücü hareket, bütün potansiyelini teşkilatları ve organizasyonlarıyla harekette geçirdiği gün Türkün kızıl elma ülküsünün ilk merhalesine geçilmiş olacaktır. Anadoluyu vatanlaştıran zihniyet Turan ülküsünü de başaracak birikim ve kabiliyete fazlasıyla sahiptir. O halde sen ben kavgasını değil enerjimizi “Büyük Türkiye/Büyük Turan” idealine harcayalım. 

Bu yolda çaba gösterenlerin Allah yar ve yardımcısı olsun.

***

Böylesi bir çalışma şekli aksiyoner Türk milliyetçiliğinin kendiliğinden Türk milletinin alternatif dünya görüşü olabileceği gibi diğer akımlara karşıda sadece parti değil bütün kuruluşlarıyla hem iç dengenin sağlanması, varsa olumsuzluklara dur demesini sağlar hem de dıştan gelebilecek eleştirilere her kuruluş aynı paradigma mantığı içinde cevap vererek muarızların eleştirisini etkisizleştirme noktasında başarıyı sağlar.

Bu dile getirdiğimiz düşünceler sadece ülkücü hareketin yönetim ve organizasyon ekibi için eleştiri mahiyetinde düşünceler değildir.

Bu dile getirdiğimiz düşünceler tepeden tırnağa bütün Türk milliyetçileri için üzerinde önemle durulması ve gereği yapılması için dile getirdiğimiz düşüncelerdir.

Bu dile getirdiğimiz düşünceler ülkücü hareketin artık kuvveden fiile çıkışını sağlayacak ve doğum sancısı yaşayan Türk dünyasının muhteşem mazisini mukadder atisine bağlayacak kıvılcımın temellerini atmaya yönelik düşüncelerdir.

Bu dile getirdiğimiz düşünceler şahısları ya da kurumları eleştirmek değildir. Türk milliyetçiliği ülküsüne gönül vermiş, onun her alanda bayraktarlığını yapan kuruluşlarınızın asrın idrakine Türk-İslam ülküsü mührünü vurmasının önünü açmaya yönelik bir çabadan başka bir şey değildir.

Bu dile getirdiğimiz düşünceler Şırnak’taki vatandaşımızın derdine deva olmak kadar Hocalı katliamının hesabını sormak, Urumçi ve Kaşgar’daki zulme tepkinin güçlenmesini sağlamak, Kerkük ve Telafer’deki kardeşimizin feryadının gereğinin yapmaktır.

Bu dile getirdiğimiz düşünceler ülkücü hareketin bütün fertlerinin hemhal olmasını sağlamak, kırgınlıkların, dargınlıkların, ümitsizliklerin TURAN mayasından yoğrulmasını, arzulanan kıvama gelmesini,  pişmesini ve yüce dileğe doğru kutlu yürüyüşün başlamasını sağlamaktır.

Bu dile getirdiğimiz düşünceler toplumunun kuşatıcı bir duruşun adıdır. Zira Türk milliyetçiliği Türkmen, Kürt, Suni, Alevi, işçi, memur toplumun bütün kesimlerinin uyumunu amaçlayarak toplumun bütün kesimlerine ulaşmanın adıdır.

Bu dile getirdiğimiz düşüncelere göre hiçbir kesime “ötekileştirme” uygulaması onaylanamaz, çünkü herkes bizim insanımızdır.

Bu safhada önemli ve ezber bozan bir hususa değinmek istiyoruz. Ancak aslında mevzuat bizim için tuhaf değil ve ezber bozucu değildir. Sadece iyi anlaşılması gerekmektedir.

Bu sebeple öncelikle konumumuzu belirleyelim. Bizim tercihimiz, önceliğimiz ve inancımız Türk milletinin bir” mermer” hükmünde olduğudur, yazacağımız satırlardan kimse tersine bir düşünce çıkarmasın diye bu fikrimizi önce beyan etmeyi uygun gördük.

Biz, etnik ve mezhep içerikli toplumu ayrıştıran fay izlerinde birleştirici ve bütünleştirici bir milliyetçilik anlayışına sahibiz. Bu çerçevede hangi sosyal gruptan olursa olsun kendisini büyük Türk milleti ailesine ait hisseden herkesi Türk olarak kabul ederiz. Zaten hareketimizin kurucusu Başbuğ Alpaslan TÜRKEŞ’te bu şekilde düşündüğünü çeşitli vasıtalarla dile getirmiştir.

Bunun ötesinde kendisini Türk hissetmeyen başka bir millete ait hisseden ama ekmeğini yediği Türk vatanına saygılı olanlar hakkında da saygısı nispetinde karşılık ve değer verilmelidir.

Hatta kendisine kimlik arayanlarında beyin hücrelerine müdahale edecek değiliz.

Görülüyor ki milliyetçilik anlayışımız başka milletlerin milliyetçilik anlayışlarına oranla haddinden fazla kapsayıcıdır.

Ancak, bütün bu hoşgörülü yaklaşıma rağmen hala tatmin olmayan ve kendisine oluşturduğu bize göre yapay olan kimliğe sığınarak kutsal Türk vatanına ihanete kalkışanlar, Türk devletine alenen düşmanlık yapanlar, Türk milletine öfke kusanlar işte bunları kapsam alanımızın dışında bırakıyoruz.

…ve bu satırların yazarları bu durumda olanların bulunan ilk fırsatta Türk devletinin dışına atılması gerektiğini düşünmektedirler.

Türk milletinin bütünlüğünü, birliğini kabullenmeyenlere ve Türk milletine ihanetlerine de göz yumulmayacağını herkes bilmelidir. Özgürlüğü gül bahçesine benzeten milletimiz, farklı tonlarda güllerin yeşermesini hep sağladı ve sağlamaya devam edecektir. Gül bahçesinde ayrık otlarının yeşermesine, taban bulmasına milletimizin izin vermesini beklemek Türk’ün varlığına ihanetle eş anlamlı olduğunu herkes bilmek zorundadır. Böylesi bir anlayışın aziz vatan topraklarında vücut bulmasını Türk milliyetçileri hiçbir şekilde izin vermeyecektir.

Bütün bu fikirlerimizin tersini düşünen ve uygulayanların bizim arsamızda gündüzkondu dikmesi gücümüze gidiyor.

Zira Türk toplumunun mukadderatını kendisine özne olarak kabul etmiş bir düşüncenin topluma hedef ve ideal sunması gerekirken bu hedefi sahte ümmetçi güruhun sunduğunu düşündüğümüzde ülkümüzün bile çalınmaya çalışıldığını anlayarak kahroluyoruz.

Bühtan ve buhrana mahal yoktur.

Türk toplumu kendisine gelecek sunabilen kadro ve neferlere yönelmektedir. Gelecek projesi sunduğumuz zaman bütün bu kahır bitecektir.

Toplum sözlerle değil yapılan işlerle ancak ikna olabilir. O halde toplumun her kesimine her konuda sunacaklarımız açık-seçik net belirlenmelidir.

Aksiyonun özü ülkücü hareketin ve Türk milliyetçilerinin söyleminde var olduğuna göre arayışa gerek yoktur. Başkaları sahtekâr bir riyakarlıkla toplumsal birlikteliğimizi reklam ediniyorlarsa biz kendi fenomenimizi topluma sunalım yeter!

Türk milliyetçileri için Aslolan sadece Türk milletidir. Türk milletini arkasına alan, sürükleyen güç, Türk devletini de korur ve düzeni de sağlar. Türk milliyetçileri sadece Türk milleti odaklı aksiyoner bir ruha yeniden kavuşmak ve düşüncelerini bu aksiyoner ruh üzerine inşa etmek zorundadırlar.  Aksiyoner ruh, ataletin, vizonsuzluğun, emperyal güçlerin ve Türklük düşmanlarının da aynı zamanda panzehiridir.

Evet, bütün muhakememizi aksiyoner Türk milliyetçiliğinin yeniden vücut bulması için neler yapabiliriz sorusuna cevap aramak ve uygun yöntemler bulmak olmalıdır.

Bu çerçevede Ülkücü Hareket varlığını adamış olduğu Türk milletine Yeni Türkiye değil “BÜYÜK TÜRKİYE”yi sunmalı ve hedef olarak göstermelidir.

Büyük Türkiye, hem kültür, hem ekonomi, hem sosyal devlet olarak büyük bir devleti ve toplumu hedeflerken hem de etki alanı Turan ve İslam coğrafyasına uzanmış bir büyük devleti hedefleyecektir.

Bu hedefi toplumun önüne koyamadığımız sürece topluma bölünme öcüsünü gösterip, daha sonra toplumu bölünmeyi bile kabul eden veya bölünmeye ve ihanete bile isyan etmeyen olarak suçlamanın bir alemi kalmayacaktır.

Çünkü Türk toplumu ortak bilinçaltında yerinde saydıkça birliğini de koruyamayacağını gayet iyi bilmekte ve bölünmeyi bile kabul edecek tutum sergilemeye başlamaktadır.

Türk milleti tarih boyunca hep hareketli, dinamik bir hüviyet ile varlığını devam ettirmiştir. Durağanlık, koruma refleksi Türk milletinin tarihi süreç içerisinde hep sonunu hazırlamıştır.

Türk milletini yaşatan kızıl elma ülküleridir. Bu ülküler sürekli topluma sunularak enerjik kalması sağlanmıştır. 

İşin tuhaf olan yanı bu tutumda bölünürsek ekonomik olarak büyüyeceğimiz gibi milliyetçi zırha bürünmüş bir söylem ile halk arasında dilden dile dolaşmaktadır.

Siz toplumun önüne Büyük bir Ülkü vermediğiniz sürece bu tür şehir efsaneleri kendisine uygulama alanı da bulabilecektir.

Türk’ün kızıl elma ülküsünü sürekli gündemde tutabilseydik bırakın bölücüleri bütün muarızlarımız bizimle uğraşacağına savunmada kalıp, tedbirlerini almak zorunda kalacaklardır. Misakı milli ile kendimizi sınırlandırmamış olsaydık emperyal güçler Ortadoğuyu şekillendirme cesaretini gösteremezdi.

 

H. Nihal ATSIZ hocanın dediği gibi “Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister! Büyük devlet kurmak için büyük kan ister.

 

Büyük idealler taşıyanlar büyük işlere soyunanlardır. Büyük işlere soyunanlar büyük düşünmeye ve büyük oynamaya mecburdurlar.

Büyük oyun, oyunun kurallarını bilmeye ve belirlemeye dayanır.

Büyük idealler peşinde koşan ve büyük ülkülere gönül verenlerin oyunu da büyük olur. Yurtta sulh ve cihanda sulh anlayışının egemen olması için hem yurda hem de dünyaya hükmetmekle mümkün olunacağını bilmek gereklidir.

Eğer gerekli ufka ve güce kavuşursanız “Yurtta Sulh, Cihan’da sulh” sloganı ile kendi işinizi götürür hale gelirsiniz, eğer atıl kalırsanız birileri Ortadoğu’ya barış getirmeye kalkar ama kan getirir.

Oyunun kuralı topluma tercih sunmaktan geçiyor. Her toplum gibi Türk toplumu da nihayetinde insanlardan oluşuyor. İnsanların kaygıları olduğu gibi özlemleri ve arzuları vardır. İnsanlar kaygılanır ve korkarlar ama kimse korku ile yaşamaz yaşayamaz, korku ile yaşayanın toplumda temsil kabiliyeti yine toplum tarafından sorgulanır.

Toplumlar kaygılanır ve korkarlar ama hayatlarına korkulardan ziyade emel ve amaçları yön verir. Eğer öyle olmasaydı, kimse hayati tehlikesi bol olan meslekleri değil imkanını bulduğu diğer meslekleri yaparlardı. Ancak bazı insanların daha tehlikesiz alternatifleri olsa bile tehlikeli ama onlara gelecek vizyonu sunan işleri yaptıklarını gözlemliyoruz.

Korkan, kaygılanan, gelecek reaksiyonlara göre politikalar belirleyen zihniyetler aksiyoncu olamayacağı gibi sıradan bir reaksiyoner hareketi de olamazlar.

İnsanlarda yarın umudu oldukça bu umut korkuyu da yenebilir.

Kaygıların umutlara dönüştüğü, ataletin harekette evirildiği, korkunun inanca yükseldiği ve âleme nizam verme ülküsünün hedeflendiği yarınlar Türk’ün tanın kızıllığından güneşinin doğacağı haberinin müjdecisi olur.

Kaygılarımız, tereddütlerimiz geleceğe yürüyüşümüzün ivme kazandırıcı uyaranları olmalıdır. 

O halde niye topluma gelecek vizyonu vermek dururken bölünme korkusunu işliyoruz?

Evet! Bölünme tehlikesi var. Ama bu tehlike ancak mevcudu koruma dürtüsü değil büyüme ülküsü ile aşılabilir. Diyarbakır’ın elimizden gideceği korkusunu yaşayacağımıza birilerininde Kerkük-Musul’un Türkiye tarafında ele geçirileceği korkusu oluşsun.

Soğuk savaşın sonunda orduya ait tankını bile satan askeri personele sahip perişan, bir Kızılordu’ya sahip olan Rusya için bütün dünya gün sayıyordu. Fedaral devletleri kaybetmiş, Özek Cumhuriyet ve bölgeleri de kaybetmek üzereydi. Rus toplumu devamlı ufalanıp, yok olma korkusu ile karşılaştı.

Ama bu korku onları adam etmedi. Putin’in sağlam duruşu, Rus menfaatlerini koruyuşu, kaynakları mantıklı kullanışı ve yeniden güçlü Rusya idealini topluma sunması Rusya’yı kurtardı. Bu sunuş Rusya’yı kaostan kurtardı, hem daha da dağılmaktan kurtardı, hem de yeniden dünya arenasına çıkardı.

Toplum kendisine sunulan tercih edilebilirliği onayladı.

Türklüğün artık tarih sahnesinden silindiğini ilan etmek ve geldiğimiz yere Asya’ya bizi sürmekle tehdit eden düşmana karşı Türk milletinin azim ve kararlığına inanan Mustafa Kemal ve arkadaşları Türk milletinin ikinci Ergenekon’unu o büyük umudu, alternatifi göstererek başarmıştır. O halde umut ve alternatif olmak zorundayız.

Eğer kurtuluş istiyorsak en iyi kurtuluş reçetesi alternatif olmaktan, topluma alternatif sunmaktan geçiyor.

Eğer alternatif olunamazsa, topluma alternatif sunulamazsa suyun başı tutulamamış demektir. O halde suyun başını başkaları tutar siz de onlara karşıt yani reaksiyoner kalırsınız.

Halbuki, toplumun huzuruna entegre bir plan ile çıkılmalıdır. Toplum bu planı satın alacaktır. O halde reaksiyona ihtiyaç kalmadığı gibi başkaları size reaksiyon gösterecektir. Bırakın artık onlar sizi takip etsin.

Toplum canlı dinamik bir varlıktır. Dolayısıyla toplumun duyuş, düşünüş ve algılayışı da çağlara ve dünyadaki hareketliliğe uygun olarak değişerek gelişir. Türk milliyetçileri olarak aksiyoner bir davanın dinamik canlı değişme ve gelişmeye açık olduğunu, onu sürekli geliştirerek sadece yaşanılan döneme değil geleceğe ışık tutması gerektiğini bilmek zorundayız.