AKSİYONERLİĞİ REDDEDEN ÜLKÜCÜ HAREKETİ TEMSİL EDEMEZ! Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 06:54
Ruhların çoraklaşması bireyler için hem çekilmez hem de içinden çıkılması zor bir durumdur. Hedefleri yok edilmek istenen, değerleri kendi camiasından gelen marazi çabalarla etkisizleştirilen bir ruh halinden başka ne beklenebilir ki tıpkı ormanların yok oluşuyla toprağın çoraklaşması gibi. 
 
Olayları çıkarcı bir akıl anlayışı ile değerlendiren korkak, çekingen, ufuksuz tiplerin büyük davaları omuzlama iddiaları tarihte hiç görülmemiş aksine çabaları güdük kalarak zamanla yok olmuştur, diğer yandan mutlak akıl ile problemleri çözmeye çalışanlar ruhu devre dışı bırakır. Aslında ne aklın ilkelerinde yararlanırlar ne de o ruhtan nasibini alırlar. Oysa inançtan, aşktan, adanmışlıktan mahrum hareketler salon hareketi olmanın ötesine hiç geçmemiştir. 
Akıl olaylar arasında tutarlı bağ kurarken, ruh atılımcı, inançlı, azimli, vefalı, özelliği ile hep öne atılmak, var olanı aşmak ister. Akı mevcut duruma tutarlı ya da tutarsız deyip hükmünü verir oysa ruh var olana karşı şartlar ne olursa olsun tepki göstermekle kalmaz onu aşar, idealle ulaşma çabasına girer. Birinde içine kapanmış, hastalık halini almış bir tutarlık kaygısı varken diğerinde aksiyoncu,kuşatıcı ileri atılan vasıf öne çıkmaktadır. 
Ruh varlık olarak akıl gibi eşya kanunlarına bağlı kalmaz. Onun yapısı, özellikleri hep ideale odaklanmıştır. Statik değil dinamiktir. Suyun içine girdiği kabı doldurması, kuşatması gibi. İdeal onun hep hedefidir ona ulaşma çabası bitmez tükenmez bir enerjiyle hep devam eder, filozofun dediği gibi hep yoldadır."Hattı müdafaa yoktur sathı  müdafaa vardır o satıh bütün vatandır.” Diyen zihniyetin elinde yeterli araç bile yoktu ama o ruh, imkânsız denileni başardı. Aksiyon hareketi budur işte. 
 
Bir yönüyle ruh –akıl ilişkisi değerlendirildiğinde, fikri organizasyonlar ruhu öne çıkararak o dinamizmi yakalamak zorundadır. Aksiyoncu hareketler bulundukları toplumun her sıkıntısında yanı başında olan, onlarla bütünleşen, problemlerini çözen, güven veren bir yapıda olmak zorundadırlar zira varlıkları bu dinamik özelliklerine bağlıdır. 
“Sokaklar karanlıktır.”, “Ülkücülerin sokakta işi yoktur. ” sözlerini sıradan bir sosyal bilimciye açıklatsak acaba neler söyler? Fikir hareketlerinin öznesi millettir. Millet sokaklarda caddelerde toplumsal yapının her alanında hayatını devam ettirmektedir. Sokaklar karanlıktır sözünün açıklaması milletin yaşadığı alanlar karanlıktır demekten başka bir anlam ifade etmiyor. Böyle bir sözü söylemek aslında söyleyenlerin ideallerinin de karardığının itirafıdır. Ülkücü sokağa çıkarsa kavga mı edecek, ülkücü sosyalleşmesi gereken bir varlık mı olarak görülüyor? Bu sözün neresinden alırsanız alın kendi başına bir garabettir. 
Aksiyon hareketlerini bekleyen en büyük tehlike salon hareketlerine dönüşmesi riskidir. Durağanlaşma ile birlikte dinamizm ve zamanla o heyecanı, aşkı bağlılığı, mensup olma duygusunu da kaybederler. Dinamik olan camia; hareketsizlik, işlevsizlik karşısında bocalama ve atalet haline dönüşmeye başlar, zamanla hayalleri, sembolleri, inançları da yok olur.
Aksiyoncu hareketler, elerindeki bütün vasıtaları kullanarak toplumla bütünleşme çabası içinde olmak zorundadırlar yoksa sırça köşklerde, loş koridorlarda Bizans entrikalarıyla uğraşmazlar. Tarihi birikimi, eylemci vasfı, harekete geçireceği gençlik teşkilatları toplumun en canlı organizasyonlarıdır. Toplumda onlar konuşur, onlar dinlenir ve onların öcülüğünde gündemler oluşturulur. 
Düşünce tarihinde olumlu ya da olumsuz iz bırakanlar incelendiğinde hep aksiyoner yapılar başat güç olmuşlardır. En basit örneği günümüzde PKK, terörle, olmayan bir davayı geniş bir kitleye kabul ettirmekle kalmadı Türkiye’nin gündemine getirdi. Arap baharı vs gibi hareketlerin temelinde akıl aranmaz ama o aksiyoncu özellik bütün orta doğuda toplumsal olayların kasırgalara dönüşmesine vesile oldu. Bundan hareketle camiamız için konuşanlar, sözü olanlar bu özellikleri göz önüne almak zorundadırlar.
Ülkücü hareketin o muhteşem mazisini eleştirenler, 3-5 kişiyle yola çıkan o ülkü devlerinin milyonlara ulaştığını, vatanın her sathında, dağların geçit vermez tepelerinde bile üç hilal yazılarıyla damgalarını vurduklarını, bütün bunların da aksiyoner yapılarıyla –beyaz çorap, hilal bıyıklarıyla-gerçekleştirdiklerini göreceklerdir.  Bu çabalar, giysiler ülkücü camianın utancı değil övünç kaynağıdır. Utananların bu camia da yeri bile olmamalıydı. 
Ülkücü hareket; bu seviyeye, salonlarda zaman geçirerek, nutuk atarak, masa başında entrikalar çevirerek gelmedi. Vatanın her karış toprağında izi, her hikâyesinde etkisi, her olayında bir kahramanı vardır. O kutsal davayı işte bu çabalar ve kahramanları omuzladı. Her bir şehidin, gazinin hayat hikâyesi bile bir hareketi yeniden diriltmeye yeter, Yusuf İmamoğlu şehit edildikten sonra“yapılan otopsi sonucu 36 saat yemek yemediği anlaşılmış olup cebinden sadece 35 kuruş para çıkmıştır. Bu şehidimizin hikâyesinden bir kesit bile yetmez mi?
Bu camiayı toplumsal yaşantıdan koparak, ekonomik, siyasi, sosyal ve dış politikada oluşan yeni durumlara karşı etkisiz kalanların asıl amacı bu davayı omuzlamadan çok bu hareketi nasıl bitiririz mantığına bürünmüş olmalarıdır.  Bu hareketi gölgeleyenlere, sekteye uğratanlara, içini boşaltanlara artık saygı göstermek, onların sözüm ona icraatlarından hikmet aramak boşuna bir çabadır.   
Türkiye’de gündem oluşturmaktan aciz hale gelen, sadece teşkilatlarını baskı altına alarak günü kurtarmaya çalışanların Turan kelimesini ağızlarına almaya hiç ama hiç hakları yoktur. O şehitlerin, gazilerin adlarını bile ağızlarına almaya hakları yoktur. Onlar başkalarının dümenlerin su taşısınlar…