“Anayasal Vatandaşlık” Ve Türklüğün Bu Coğrafyadan Silinmesi Operasyonu Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 06:46

Millet kavramının birçok tanımı yapılmıştır. Genel kabul ise millet; sınırları belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan dil, din, tarih, duygu, düşünce ve kültür gibi ortak özellikleriyle diğer toplumlardan ayrılan, birlikte yaşama arzusu içinde olan insan topluluğudur.milletin varlığı sosyolojik bir vaka’dır.

 

Devlet ise milletin teşkilatlanmış halidir. Devlet gücünü milletten alır. Bir devletin meşruiyeti, toplumdan aldığı destek ya da güçle orantılıdır. Devlet sadece bir organizasyondur. Başka bir ifadeyle devlet, milletin teşkilatlanmış şeklidir. Devlet denilen aygıt toplumsal sözleşme dediğimiz başta anayasa olmak üzere yasalarıyla toplumsal düzeni sağlar.

 

Yasalar, ısmarlamayla değil toplumsal gerçeklikle ilintili olduğu sürece kurumsallaşırlar. Devleti güçlü kılan, nötür bir özellik taşıyan ve milli devletlerde görülmemiş olan “vatandaşlık”  bağı değildir. Milli devlet;Uğruna şehitlerin, gazilerin verildiği, menkıbelerin ,hikayelerin mitosların asırlarca dilden dile dolaştığı devasa manevi bir kültürü vardır. Bir anda bunu yok sayıp bu boşluğu sadece kuru,formel renksiz  bilgilerden oluşan “vatandaşlık” bağıyla çözemezsiniz.

 

Tarih bir milletler mücadelesidir. Bu mücadelede kendi kültürünü ve devletini koruyan milletler varlığını devam ettirir, bunu başaramayan –şimdilerde Türklükten vazgeçmemizi istedikleri gibi –milletler tarihi milletler mezarlığına gömülür. Emperyal güçler ve işbirlikçileri, son günlerde açık bir dil ile Lozan’da hesabı ödenen Türk devleti ve milletinin bu coğrafya da adının silinmesi operasyonunu başlatmışlardır.  Siyasi irade ve destekçileri Türk’ü bu coğrafyadan silme çabasını halka süslü kavramlarla kabul ettirtme yoluna girmişlerdir.

 

Bu yapılmak isten “vatandaşlık” bağı ile insanları bir arada tutma kaygısı değil halkın % 90 Türk olan bir coğrafyada %6’lık oy alan bir partiyi bahane edip “Müslüman kardeşler” hareketinin öğretisi olan sözde ümmetçilik anlayışını hakim kılma mücadelesidir. İslam’ın milletlerin varlığını Allah’ın bir ayeti sayması anlayışı bunların ideolojisi için devre dışıdır. Yaptıkları ümmetçilik falan da değildir açıkçası  Arap hayranlığıdır.

 

Sözde İslamcılarla Bölücüler ve Marksistlerin aynı kulvarda buluşması ise dış kaynaklı olmaları,Türk milleti ve devletini ortak düşman saymalarıdır. Hedeflerine ulaşabilmek için toplumun direnç noktalarını birer birer yok ederek hedefe ulaşma çabasındadırlar. Kısmen de olsa yol almış durumdalar.

 

Bu ülkenin kendi meclisinde her oturumda Türklük aşağılanmakta,,devlet ve kurumları öcü gösterilip yargı ,basın ve sözde STK’lar vasıtasıyla itibarsızlaştırılmaktadır.  Bölücülerin devlet kurmayı bırakın kendilerinden olmayanların bu coğrafyada misafir olduklarını söylemeye başlamaları çok ibretlik sözler olarak kayda geçmektedir.

 

 

“Vatandaşlık” bağıyla temellendirilmiş bir devlet mekanizmasında, eğitiminden, kültürüne, sanatından, edebiyatına, kadar kendi kaynaklarımız devre dışı olacaktır. Okullarda Dede Korkut hikayeleri okutulamayacaktır.Zira bu hikayeler bir ırkı çağrıştırdığı(!) için ayrımcılık kabul edilecektir. Bu anlayışa hangi vicdan sahibi bir Türk evet diyecektir?

 

Geleceğin devletinde Türk kültürü olmayacaktır.Eklektik bir kültür olacaktır. Aslında kültür kelimesini bile kullanmayacağımız arabesk bir şey olacaktır. Oluşacak toplumun  kahramanları ilham alınacak şahsiyetleri bile birbirine zıt kişiler olacaktır. Bir yandan Ulubatlı Hasan öbür yanda Seyit Rıza,Murat Karayılan,Abdullah Öcalan olacaktır.Destanlarımızda aynı şekilde olacaktır. Şimdi soruyorum böyle ütopik bir toplumun yaşaması mümkün mü? 

 

Toplumsal bir algı yanılması ile bu millet karşı karşıyadır. Bu algı yanılmasını aziz milletimize açıklamak ve durumunun vahametini duymayan kulaklara,görmeyen gözlere kabul ettirmek her vatanseverin asli görevidir. “Vatandaşlık” bağı ile ya da “Türkiyelilik” kavramı ile yapmaya çalıştıkları bu milleti tarih sahnesinden silme operasyonuna dur demek zorundayız.