ARAF’TA KALANLAR Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 06:58

Özal ile başlayan açılım, modernleşme ya da dünyayla bütünleşme çabaları toplumun ekseriyeti tarafından özellikle muhafazakâr çevrelerde olağan üstü destek gördü. Halk, haklı olarak kendisi gibi düşünen, hassasiyetleri olan, toplumun tamamını kucaklayacak, mağdurun, mazlumun, kimsesizin yanında yer alacak iddialarını haykıran yeni bir ses, anlayış ile karşılaşıyordu.

Teknolojini bütün imkânlarını halka sunan bunu aynı zamanda iletişim aracı olarak mükemmel kullanan bir zihniyet…Türk milleti özü, sözü bir olduğu için bu yeni, demokrat, cuntacılığa karşı her türlü özgürlüğü sadece sağlayan değil aynı zamanda farklılıkları da bir zenginlik sayan anlayışı haklı olarak destek verdi.

Yıllarca “beyaz Türklerin” jakobenci anlayışları tarafından itilen, horlanan inançlarıyla, değerleriyle alay edilen insanımız haklı olarak gelen yeni anlayışa can simidi gibi sarıldı.

Toplum on yılların yabancılaşmış yöneticilerinden kendilerinin bir parçası olan yeni zihniyette halkın  deyişiyle balıklama atladı.

Peki, neydi bu yeni zihniyetin özelliği? Bu soruyu doğru cevaplamadan ne yaptıklarına akıl ve bilim ışığında cevap verebiliriz ne de yapabilecekleri hakkında öngörü sahibi olabiliriz.

Her şeyden önce milletleşme kültürünü içselleştirememiş olmaları bütüncül bakıştan mahrum, toplumu mezhep ve cemaat ekseninde değerlendirme gibi arkaik bir ruh haline sahip olmalarına neden olmuştur. Tıpkı Orta doğuda varlığını devam ettiren ve bir türlü o bölge insanına barışı, huzuru ve insanca yaşamayı çok gören yapılar gibi.

Düşünce yapıları bakımından devamlılığı olmayan, Türk ve İslam kültürünün kapsayıcı, bütünleştirici gönüllere, vicdanlara ve mutlak varlığa ulaşmayı çabalayan naiflikten uzaktır. Halil Konuşkan hocamızın dediği gibi “sahte İslamcılık ve sahte Ümmetçilik” aslına hiç benzemeyen adı aynı muhtevası farklı, yoz, basit ve coğrafyamıza yabancı bir ruh ihtiva etmektedir.

Toplumsal kültürün ana faylarına ve onu temsil eden tarihin derinliklerinden süzülerek gelen birleştirici ve tarih şuurunu besleyen sembollere(Ergenekon, bayrak marş, bozkurt ve Türk gibi) savaş açmaları, itici hale getirme çabası içinde olmaları bu millette mensup olmadıklarını göstermektedir.

Devlet denilen organizasyon bunlar için bir cemaat ya da tarikatın organizasyonu şeklinde algılanmaktadır. Oraya mensup olmayanların o organizasyonda barınması mümkün değildir. Hal böyle olunca ayrıştırma, ötekileştirme ve yerlerini sağlama alabilmek için tarihten gelen yazılı ve sözlü kuralları yok etmek, değerleri, kahramanları etkisizleştirmek onların varlık nedeni halini alır.

Mensubu oldukları toplumu böylesi bir bakışla temellendiren bu zihniyet, uluslararası ilişkilerde de bu hastalığından vazgeçmez. Aşiret ya da cemaat, mezhep bakışlı ayrıştırıcı anlayışını devam ettirir.

Türk toplumuna musallat olan bu anlayışın dış dünyadan bu kadar destek görmesi de dikkate şayandır. Emperyalist güçlerin asırlarca yapmaya çalıştığı taktiği şimdilerde yönetimde olan zihniyet uygulamaktadır. Bütünü parçalara bölerek idare etme eski bir haçlı oyunuyken şimdilerde yönetimde olanlar uygulamaktadır. 

İnsanları kutsamak bu yeni ruh yapısın bir başka özelliğidir. İrade olarak kendilerini yetersiz görenlerin özellikle doğu toplumlarında hep aranan karizmatik lideranlayışı…

Böylesi tipler cemaat, tarikat ya da siyasette olağanüstü özelliklerle anılırlar. İsimlerinin başına ve sonuna gösterişli takılar eklenir. Bu kutsama bazen öyle ileri gider ki antikçağın antropomorfizm anlayışına uymaya başlar.

Sonuçta bu zihniyet ülkede toplumsal yapıyı alt üst ederek komşunun komşuya düşman olmasını, muhbirlik yapmasını sağlayarak küçük kapalı ve birbirinin rakibi gruplara dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Toplumu, ortak özelliklerden, değerlerden arındırarak haçlıların yapmaya çalıştığı taktiği tek farkla uygulamaktadır. Demokrasi, farkındalıklar, özgürlükler, hoş görü ve diyalog gibi kutsanmış içi boş kavramlar…

Türk ve İslam dünyasında kan ve gözyaşı varsa bunun en büyük müsebbibi bu ayrıştırıcı, mikro bakışlı bölücü zihniyet anlayışıdır. Bu zihniyet Arap coğrafyasında kan ve gözyaşı getirmiştir. İnşallah bizde bunu başaramaz. Araf’ta kalanlar bu coğrafyanın insanı olamadıkları gibi bu coğrafya ve üzerinde yaşayanlara deva da olamazlar.