BAŞBAKAN VE ÜSLUP Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 07:01

Başbakanın son günlerde üslup değişiklinin temel nedenlerini anlayabilirsek Türkiye üzerinde oynanan oyunları daha rahat kavrayabiliriz. Başbakanın yetiştiği öğreti, kişilik yapısın da şekillendirmiştir.

Başbakanın yetiştiği kültür ortamının biatçı, gelenekçi ve karizmatik otorite anlayışına dayandığı gerçeğini unutmamamız gerekir. 

Karizmatik lider anlayışında, lider; insanüstü özelliklerle donatılmış olduğu varsayımı egemendir. Liderin hitap ettiği ya da liderlik ettiği kitle, biat kültürünü içselleştirmiştir. Böylesi bir ruh ve öğretiye sahip kitlelerden ve liderlerinden hoşgörü, demokrasi, insan hakları gibi evrensel değerleri beklemek bu paradigmanın varlığına aykırıdır.

Başbakanın üslubuna gelince, bu öğretiyle yetişmiş ve buna inanmış, inandırılmış bir lider,hedeflerine ulaşmada sıkıntı yaşamaya başladığında paradigması akli melekelerin önüne geçer. Başbakanın yaşadığı hedeflerine ulaşamamanın zihninde oluşturduğu ideolojik depremlerdir.

Sözde barış sürecinin halkta tepki görmesi, özellikle MHP ile toplumun yeniden öze dönme, uyanma süreci, sıfır sorunlu dış politikadan bütün komşuların düşman edildiği politikalara dönüşmesi ve kendisine bu görevi tevdi edenlerin onu yarı yolda bırakması hayal kırıklığını yaşamasına sebep olmuştur.

İç ve dış politikadaki başarısızlıklar ve bu anlayışın halk nezdinde toplumsal tepkiye dönüşmesi başbakanı daha da otoriter üslup ve eylemlere götürmüştür. Devletin gücünü elinde bulunduran başbakanın ruh halinipolislerin evlere bile gaz bombası atmasını, “bir milyon insanı sokaklara yığarım, halkın %50 sini evlerde zor tutuyorum “gibi cümleleri yetiştiği kültür çevresinin lidere yüklediği otoriter ruh haliyle ancak açıklayabiliriz. Başbakanın yol arkadaşlarının ve kendisine destek veren diğer cenahların (cemaat ve dış faktörler gibi)çıkarların çatışması sonucu yol ayırımına gelmeleri de bu üslup değişiklinde etkisi vardır.

Pragmatik bir özelliğe sahip olan başbakan, muarızlarını sinirlendirmek ve hitap ettiği kitlenin duygularını, sevgilerini yeniden kazanabilmek için başbakan gibi değil o öğretinin lideri gibi konuşması da bu süreç içinde gerçekleşmeye başladı.Milletin değil sanki  yetiştiği çevrenin lideri gibi davranması yetiştiği paradigmayı aşamamasından kaynaklanmaktadır.

Devletin gücünü elinde bulunduran böylesi liderlerin ruhsal travma yaşamaları çok büyük tehlikeleri beraberinde getirir. Tarihte katı kurallarla ülkelerini yöneten liderlerin milletlerine neler çektirdiklerini sonuçta nasıl felaketlere sebep olduklarını biliyoruz.

Kitleleri tarafından karizmatik olarak kabul edilen liderleri meşru yollarda uyarmak, yanlışlarını yine meşru yollardan frenlemek toplumların çok acil görevlerindendir. Böylesi liderlerin hele siyasi güce de sahipse daha da önemli hal almaktadır. Burada başbakanın üslubu değil ruh dünyasının toplumu felakette götüreceği inancıyla herkesin bir vatandaş olarak meşruiyet içinde kalarak görevini yapma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Demokrasilerde bu meşru yolların hepsi kullanılarak demokratik olmayan üslup ve devamı olan uygulamaları sonlandırmak gerekmektedir. Düzenin  olmadığı yerde kaos vardır.

Böylesi bir ruh halini frenlemenin yolu da başta muhalefet partilerinin çabalarıyla mümkündür. Bu konu da fazla ümitli olduğumuzu pek söyleyemeyiz. En büyük sıkıntılarımızdan biri siyasi partiler kanunu da eleştirdiğimiz lider anlayışını adeta destekler mahiyettedir. Bu iş, halkın öncüllüğü ya da halkın sürükleyeceği patilerin boşluğu kapatmasıyla bu tehlike bertaraf edilebilir.