BİREY VE İDEOLOJİLER Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 07:09

İnsan çok enteresan bir varlıktır. Bütün kâinatta yönelebildiği, onun üzerine çıkarak aşkın varlığı kavrayabildiği gibi kendi öznesine yönelebilen yegâne varlıktır. İnsanı anlamak, onun hakkında doğru teşhiste bulunmak aslında insan için önerilen sistemlerinde sağlıklı olmasını sağlar.

Böylesi karmaşık bir varlık hakkında ideolojiler, sistemler, dünya görüşleri temellendirilirken o sistemlerin muhatabı olan insan, neden se hep geri planda kalmıştır. İnsanın amaç olması gerekirken mutluluğunu sağlamayı hedefleyen sistemler onu araç haline getirilmiştir. Birey sıradanlaşarak meta aracına dönüşmüştür.  Bireyde böylesi bir mantık içinde sadece araç olarak telaki edilmiştir. Dünyamız böylesi bir paradoks yaşamaktadır.

İnsan ve ideoloji ikilemi sağlam temeller üzerine inşa edilmediği sürece bireysel hoşnutsuzluk, toplumsal kaos ve nihayetinde evrensel çatışmalar bir birini kovalar.

Birey; yaratılışı gereği kendisine verilen yetilerle çevresini, toplumu dahası mutlak varlığı kavrayabilme, yorumlayarak temellendirmeler yapabilme gücüne sahiptir. O halde insanın önüne, arkasına birilerini koyup yaratılışına aykırı bariyerler dayatmanın hiçbir izahı yoktur. İster dini ister felsefi ya da düşünce konularında “üstatçılık, biatçilik” gibi tabular bireyin yaratılışındaki yaratıcı, özgür kabiliyetlerini yok etmekle kalmaz bireyleri sıradanlaştırarak yığına dönüştürür.

İslam medeniyetinin Rönesans yılları olarak kabul edilen 8-13 yüzyılların en belirgin özelliği biatçi kültürün geleneksel hale gelmemesidir. Osmanlıdan günümüze gelen biatçi kültür zaman zaman eleştiri almışsa da büyük otorite (!) anlayışları karşısında cılız kalmıştır. O sıkıntıları günümüzde de aşabilmiş değiliz.

Gazali’nin İhyası kütüphanelerimizin başköşesini süslüyorsa, Sait Nursi’nin Risaleleri tartışmasız doğru kabul edilip hikmetleri araştırılıyorsa bu eserlerin muhtevasından çok bakışın skolastik hal aldığının en iyi göstergeleridir. Böylesi bir ruh hali medeniyette, sıçrama yapmayı bırakın donmaya, kalıplaşmaya atalet halini almaya devam eder.

İnsan denen karmaşık varlığı tümden gelimci bir bakışla ve yaratılışına uygun ele alan yeni bir öğretiye ihtiyaç vardır. Ontolojik olarak madde –ruh ikilemi üzerin inşa edilemeyen bir anlayış ya da Kartezyenci yaklaşımlar bu problemi çözemeyecektir.

Materyalist ya da spirtüalist-mistik yaklaşımların girdabından bireyi mutlaka çıkarmak gereklidir. Maddenin esiri olmayan aynı zamanda ruhçuluk gibi dünyevi hayattan kopmayan bir anlayış…               Madde -ruh dengesini ideal şekilde kuran “alp eren tiplerin” oluşmasına zemin hazırlayan bir insan modeli…

İnsana yönelme, onun anlama ve bireyi devreye sokan bir düşünce iklimine doğru gitmenin zamanı gelmiştir. Birey merkezli bir dünya, önümüzdeki dönemin hem problemi hem de dünya görüşlerinin tetikleyicisi olacaktır. Yaratılan mümkün varlıktan yaratan mutlak varlığa doğru gidiş önümüzdeki günlerin felsefi problemi kadar karşılığını toplumsal hayatta bulacak dünya görüşlerinin temellendirilmesine de yol açacaktır.