DİLİN GÜCÜ VE EMPERYALİZM Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 09:38

Toplumlar ve bireyler arası iletişim-kargaşa ile savaş başta olmak üzere- bütün faaliyetler dil ile gerçekleşmektedir. Aslında bütün mücadeleler, iletişim ile gerçekleşiyor desek abartı yapmış olmayız. Toplumsal hayatta fiziki müdahaleler hiçbir zaman dil ile yapılan müdahaleler kadar etkili olmamıştır. Dil denilen iletişim aracı, sanıldığı gibi sadece bir iletişim aracı değil toplumsal ruhun, hayallerin, acıların, sıkıntıların velhasıl kültürün, medeniyetin taşıyıcıdır.

Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek “Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi. İlahi emir insanların nesneleri isimlerle öğrendiği mesajını vermektedir. Zihnimizde önce nesnelerin karşılığı olan semboller oluşmaktadır. Sembollerle muhakeme yaparak kültür dediğimiz düşünceler silsilesini oluşturmaktayız. Sözcükler, toplumlar tarafından ifade ediliş noktasında aynı olmakla birlikte her sözcük içinde vücut bulduğu kültürel kodlara göre anlam kazanır. Bizim için Gelibolu’nun taşıdığı anlam bir İngiliz, Avusturalya’lı ya da Yenizelanda’lı için ruhsal dünyalarında çok farklı anlamlar, çağrışımlar gösterir.

Sözcükler aslında somut varlıklardan daha önemli hale gelmeye başlar kültür dünyasında. Sözcükler dünyası soyut olmakla birlikte onlara yüklenilen anlam onları kutsallık mertebesine çıkararak toplumların hayatiyetlerinde efsunlu kavramlara dönüşmesini sağlar.

Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir vasıta, gelişip değişen canlı bir organizma gibidir. Toplumlarda dil var oluşlarının ön koşuludur. Dilin gücü, toplumsal dayanışma, kaynaşma kadar toplumlara dışarıdan yapılacak müdahalelere karşı da adeta set görevini görür.

Günlük yaşantımızda kullandığımız sözcükler ne kadar sınırları çizilmiş ve işaret ettikleri kavramlarla örtüşüyorsa orada kargaşa ve anlaşmazlık alanı da daralıyor demektir. İlerici, gerici çağdaş yobaz gibi sözcüklerin tartışma konusu olmalarının temelinde sınırlarının belirlenmemiş olması ve kişilerin niyetlerine göre bukalemun özellik taşımalarından kaynaklanmaktadır.

Toplumsal ahenkliliğin sağlanmasında kullanılan sözcüklerin kapsamı ve sınırlarının da iyi çizilmiş olması gerekmektedir.

Dil, insanın eşrefi mahlûkat olmasını sağlayan en önemli unsurdur. Dini değerleri, edebiyat, felsefe, bilim ve sanatın anlamı, naifliği dil ile gerçekleşmektedir.  Ekonomik, kültürel ve sosyal yönden gelişmiş bütün toplumlarda sürükleyici güç hep dil olmuştur. Dünyadaki bütün medeniyetlerin temelinde muazzam bir dil zenginliği ve özgün bir kültür dünyası vardır.

Dil aynı zamanda kültür emperyalizminin de panzeridir. Gelişmiş toplumlar, gelişmekte olan toplumları önce dil ile yozlaştırma yolunu seçerler. Kültürel yozlaşmaya karşı dil ne kadar zengin olursa ve önemsenirse toplumların mukavemeti de o kadar güçlü olur. 

Dil denilince iz, işaret ya da farklı şekilde karşımızdakinin gelen uyarandan haberdar olması uyarım, onu anlamlandırmaya başlaması ise algı olarak karşımıza çıkmaktadır. 

İçinde yaşadığımız evreni ve insanlar arasındaki münasebetleri semboller vasıtasıyla anlamlandırmakta, iletişimimizi onlarla gerçekleştirmekteyiz. İlgili nesneyi ifade ettiğimiz anda nesnenin zihnimizde bir tasarımı oluşur. Tasarım sadece bir nesneyle ilgili ise hayal olarak anlamlandırılır. Zihnimizde oluşan tasarım genel ve soyut ise hayalin ötesine geçerek kavrama dönüşür.

Düşüce dünyamızı, zihnimizde oluşturduğumuz kavramlarla temellendirmekteyiz. Düşünce dünyamızın sağlam temellere oturabilmesi, kullandığımız kavramlar ile o kavramların işaret ettiği nesne ya da olay arasında ki örtüşme ile bağlantılıdır. Düşüncede kargaşaya yer vermemek için mümkün olduğu kadar tanımı tam yapılmış, çok anlamlılığa gelmeyen kavramlar kullanılarak düşüncelerimizi temellendirmeliyiz. Aksi tavır kavram kargaşasına bizi götürür. Son yüzyılda Türk düşünce dünyası kavram kargaşasına sahne olmuştur. Dil millettir, kültürdür medeniyettir velhasıl milletin hafıza kodudur.

Başak medeniyetler daha az gelişmiş medeniyetlere dil yoluyla sürekli nüfuz ederler. Az gelişmiş toplumlar böylesi bir kültürel istilaya karşı kendini yeni şartlara uygun, kendi kültürel kodlarından hareketle geliştireceği sözcükler ile karşı koyabilir. Dil devletin asli politikası olmadan böylesi saldırılara karşı sağlıklı bir mücadele yapmak çok zorlaşır. Çarşı, pazar ve her alanda kendi dilini yansıtan sözcüklerin dışında bir egemenlik alanı oluşmasına fırsat verilmemelidir. Açılacak her gedik dilin yozlaşmasına, etkisizleşmesine ve mukavemetinin kırılmasına sebep olur. 

Osmanlı İmparatorluğunda Türk dili hak ettiği değeri göremediği için kendi devletinde birçok Türk aşireti ne yazık ki yerel dillerin etkisinde kalarak kültürel köklerinde kopmuştur. Bugün Kürtçülük hareketinin devasa bir problem haline getirilmesinde Türk dilinin üvey evlat muamelesi görmesi neticesinde olmuştur. PKK ülkenin dışında bile Türkçe iletişim kurarak anlaşabiliyorsa bu durum Türk milleti açısından Türk dilinin zaferidir.

Dil, insanların birbirleriyle kaynaşmasında, bütünleşmesinde, milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında da çok etkileyicidir.   “İnsan kendisini ancak tatlı diliyle sevdirebilir.”Yine “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” gibi deyimler dilin ne kadar önem arz ettiğini göstermektedir. Güzel Türkçemizi konuşma dilinin ötesine taşımak, onu bilim, edebiyat, sanat ve medeniyet dili yapmak her Türk ferdinin tarihi sorumluluğudur.

*

Türk dili, emperyalizme, bölücülüğe ve her türlü ihanette karşı en güvenilir silahımızdır. Türk dilini önemsemek Türk milletini, devletini ve vatanını sevmektir. Bu değerlerin kutsallığını dil ile öğreniyoruz. Türk diline olan sevgi sevdaya dönüşmeli, o sevda nesilden nesille devamlılık arz ederek Türk’ün ebed-müddet olmasını sağlamalıdır.