FELSEFE TÜRKÇE İLE YAPILIR (İKİ FELSEFE ÖĞRETMENİNİN HAYKIRIŞI Abdullah ALAGÖZ- Halil KONUŞKAN)

03.04.2016 18:43

Yabancı dillerle bilim öğrendiğimizi iddia eden Erdoğan; “Binlerce kelime ve kavram unutuldu. Kelime ve kavram üretmeye elverişli olan dil yapısı adeta törpülendi.” dedi.

 

Ayrıca “Şu anda Türkçenin mevcut kelime hazinesiyle felsefeyapamazsınız. Ya Osmanlıca, ya da İngilizce, Fransızca kelimelere başvuracaksınız. Bu sorunların hepsini aşmak zorundayız.” dedi.

 

Oysa Recep Tayip Erdoğan 2 yıl önce Türkçeye methiyeler düzmüştü. Türkçe ile felsefe yapılamayacağını söyleyen Erdoğan 24 Nisan 2012’de düzenlenen “Anayasanın dili” sempozyumunda başka şeyler söylemişti.

 

Tarih 24 Nisan 2012, İkinci Erdoğan (!) konuşuyor;

 

“Anayasa’nın dili Yunus Emre’nin dili olmak zorundadır. Yunus Emre, süt gibi arı Türkçesiyle sınırları aşan, kültürleri, kıtaları aşan bir mana ortaya koymuştur. Türkçe Yunus Emre’nin elinde, dilinde, gönlünde bu kadar sadelik bu kadar netlikte bu kadar engin bir manayı verebilen bir dildir. Diller arasında bir ayırıma gitme, açık söylüyorum ırkçılıktır. Zaman zaman söyleniyor. ‘Türkçe ile felsefe, bilim yapılmaz, bilim dili kurulmaz.’ deniyor.  Bunların tamamı ırkçılık kokan açıklamalardır. Dünyadaki tüm diller gibi Türkçede zengin kelime hazinesiyle, bu dilli konuşan herkese sonsuz, sınırsız, engin bir muhayyile sunabilecek güce sahiptir.”

 

 

Felsefi düşünceler özneldir ama iç tutarlılık gösterir. İki yılda değişen ne oldu?

***


 

Korktuğumuz başımıza geldi.

Her konu da bilgiçlik tasladığını söylüyorduk,

Gün gelir sizin işinize de karışır diye toplumu uyarıyorduk.

...ve sıra bize geldi.

Bir gün baktık, felsefeye de karışmış.

Mesleğimiz de elimizden gidiyor.

Bundan sonra bazı arkadaşlarımız ahlak felsefesinde “hırsız” örneğini veremeyecek, bazı arkadaşlarımız ahlak felsefesi ünitesi içinde yer alan Türkçe yazan, Türkçe seslenen Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre ve Hacı Bektaşi Veli'nin Türkçe yazıp söylediklerini anlatamayacak. Anlatırsa Cumhurbaşkanının son beyanını yalanlamış olacak.

Cumhurbaşkanımız filozofluğun anlamını bilemediği için bilgelikle filozofluğu karıştırıyor. Evet. Bilge, bütün bilgilere vakıf kişi olarak anlamlandırılmıştır. Cumhurbaşkanımızda her konuda otorite (!) olduğu için bilge lider olarak felsefeye de el koymuş durumdadır. Bilge liderlerin çoğaldığı ülkelerde bilim-felsefe-sanat iklimi kurur, çoraklaşır ve bilgelerin anlamsız cümleleri ile kitleler uyuşturulur.  Bugünlerde olduğu gibi…

Cumhurbaşkanımızın her cümlesinde millet ve millet iradesi öne çıkar. Ama onun milletinin aidiyetini mumla aramamız gerekir.

Diğer yandan Türk milletinin cumhuriyetle birlikte konuşma dili yazı diline dönüştü. Türk milletinin konuştuğu dilin yazı diline dönüşmesinin neresinden rahatsız oluyor? Arapça konuşan, Arap alfabesiyle yazan ve İslam medeniyetini kurutan sahte otoriteleri kabul eden bir milleti mi tasarlıyor?

İnsanların yatak odasına müdahale ederek kaç çocuk yapacağından, nasıl düşünmesi gerektiğine, neye evet neye hayır demesinden tuttun olaylar karşısında “ya taraf olun ya da bertaraf olursunuz!” diyen bir zihniyet felsefeye de merak sardı. Aydınlanmanın temel gücü olan akıl yerine biatı koyan zihniyet olsa olsa din adamlarının Hıristiyanlık öğretisinin temellerini kurmaya yönelik bir girişim olanpatristikal felsefeye merak salabilir.

Osmanlı devletinin yıkılmasını ve İslam medeniyetinin gerileme nedenlerini bile bilmediğini düşündüğümüz bir insanın günümüz Türkçesiyle Felsefe yapılmaz demesi abesle iştigaldir.

Bundan sonra bazı arkadaşlarımız Latincenin sözde ortak bilim ve felsefe dili olduğu orta çağ karanlığından “Karanlık Ortaçağ” olarak bahsedemeyecek, her milletin kendi dili ile felsefe yaptığı, bolca fikir ürettiği felsefenin altın çağı Yeniçağ ve yeniçağ aydınlanmasından bahsedemeyecek. Bahsederse Cumhurbaşkanının son beyanını yalanlamış olacak.

 

Milli dillerin bilim ve felsefe de kullanılmadığı dönem ortaçağ dönemidir. Avrupa’da skolastik ortaçağ döneminde Latince ile eserler verilmekte ama ne bilimde ne sanatta ne de felsefe de gelişme sağlanamamaktaydı. Türkçe ile felsefe yapılamaz derken karanlıklara geri dönüşe özeniliyorsa başka ortak bir dil ile felsefe özentisi dile getiriliyorsa bilinsin ki, tarih geri sarılamaz.

Hür iradesini teslim etmeyenler, kendilerini ortaçağ karanlığına teslim etmeyeceklerdir.

Ortaçağ da İslam dünyası için Avrupa’nın karanlığı söz konusu değildi. Çünkü Avrupa’ya aydınlanma gelmeden evvel, İslam dünyasına cahiliye dönemine karşı Kuran’ın ışık saldığı Kuran aydınlanması gelmişti. Bu aydınlanma hür düşünceyi ve hür iradeyi teşvik ediyor, kuran aydınlanmasından beslenen zihinler fikir üretiyor, İslam dünyasını ve insanlığı aydınlatıyorlardı.

 

Aklı kabul eden ama sezgiyi önceleyen Gazali’nin felsefeyle savaşını akıl düşmanlığı histerisi ile sürdüren zihniyetler İslam dünyasını aydınlıktan karanlığa döndürürken İslam’da olmayan ruhban sınıfını da dini kültürün içine soktular.

 

Günümüzde bu anlayıştan beslenen ve felsefe kelimesini ağızlarına alması başlı başına bir paradoks olanların Arkaik düşüncesinin bu haliyle ne Kaşgarlı Mahmut, ne Hoca Ahmet Yesevi, ne Hacı Bektaşi Veli zihniyetini ve dilini yani Türkçeyi anlaması mümkün olamaz. 

 

Felsefe nakarat değildir. Felsefe tevazuuyla birlikte neyi bilmediğini de bilmektir. Felsefeye asırlarca önyargılı bakan, İslam medeniyetinin gerileme sebepleri arasında sayılan ve felsefeyi yasaklayan zihniyetin ardılı bir anlayışın açıklamaları üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olacaktır. Türk’e ve Türkçeye mesafeli yaklaşan birinin Türkçenin önemini vurgulaması biraz değil bayağı ironik (alay) kaçıyor, o halde ironik (alay) eleştiriyi de hak ediyor demektir.

Felsefenin tanımı yüzlerce değişik şekilde yapılabilir. Ancak felsefe deyince akla gelen ilk anlamlandırılmış kavram “düşünme” kelimesidir.

Düşünme kavramı üzerinde düşünenler bu ameliyenin nasıl olduğu hususunda da fikir yürütmüşlerdir. Gelin hep beraber düşünelim!

Kendimize bir soru sorduğumuz zaman bu soruyu önce zihnimizde oluşturuyoruz, sonra dil ile ifade ediyoruz. Bu soruya cevap aradığımız zamanda önce cevabı zihnimizde oluşturuyoruz, sonra dil ile ifade ediyoruz.

Soruyu ve cevabı zihnimizde oluştururken düşünüyoruz, yani felsefe yapıyoruz. Zihnimizde düşünürken içimizden konuşuyoruz, yani dilimizi kullanıyoruz.

 

Düşünmek içinden konuşmak, konuşmak ise sesli düşünmektir ve bu dil ile yapılır.

O halde felsefe ile dil arasında vazgeçilmez bir ilişkinin var olduğunu iddia edebiliriz.

 

Peki içinden konuşacak, yani düşünecek, yani felsefe yapacak bir kişi en iyi sonradan öğrendiği bir dili mi konuşur yoksa anadilini mi?

 

Bize göre en verimli düşünme anadil ile yapılan düşünmedir. Başka bir deyişle felsefe anadil ile yapılır.

 

Başka diller biliniyorsa bile ana yol ana dildir. Anadil, aynı zamanda baba dili olmadığı için yani anneden öğrenildiği için anadildir. Öyle bir gece kalkıp sabah cahil kalmak eşyanın tabiatına uymaz.

Şu bir günde cahil kalmak veya bir günde aydınlanmanın nasıl izah edilebileceğini de düşünmeden edemiyoruz.

 

Dil bir düşünme olacağına göre gece yatıp sabah kalkınca insanların hafızalarında bulunan kelimeler hangi üstün uzaylı teknolojisiyle zihinlerinden uçup gidebiliyor, acaba?

Felsefenin bir başka özelliği ise tutarlı bir düşünce ortaya koyabilmektir. Felsefe de her filozof farklı düşüneceği için objektif veriler de aynı noktaya gelmek gerekmez. Felsefe de bir filozofun düşünceleri kendi içinde tutarlı olursa o düşüncenin felsefe açısından değeri vardır. Biz o düşünceye inanmasak bile…

Felsefe de üretilen düşüncenin popülist deyim ile felsefe yapmanın değeri zincirin halkalarına benzetilebilir, halkalardan biri koparsa işte o zaman o düşüncenin felsefe de değeri kalmaz.

Bir gün de cahil kalmayı alfabenin değişmesini anlatmak için dillerine pelesenk edenler Osmanlı döneminde % 3 okuma yazma oranının bir anda sıfır olduğunu söylemiş oluyorlar. Yani Osmanlı döneminde toplumun % 3’ü Arap harfleri ile okuyup yazarken bir anda % 0’a düşmüş oluyor.

Bunu savunanların tezlerinde haklı olabilmeleri için yerine getirilen alfabenin uygulanması ile okuma yazma bilenlerin oranının % 3’ün altında kalması gerekirdi. Şimdi ülkemizin okuma yazma oranı % 98 olduğuna göre bu düşünce felsefi açıdan değerini kaybetmiş olmaktadır. Çünkü tutarlılığını kaybetmiş kendisi ile çelişmiştir. Zincirin halkaları kopmuştur. Üstelik bu kopuk halkaların mucidi günümüz Türkçesini eleştirebiliyor.

Sarf edilen sözlerden bugünkü Türkçeyle felsefe yapılamayacağı hükmünü taşıyan bölümünü iyi niyetli bir okuma ile Türkçenin uydurukça denilen yapay kelimelerle kirletildiği anlamı taşıdığını düşünmek isteriz. Bu sözler bu anlamda söylendiyse bu sözlere katılırız. Zira biz Türk milliyetçileri yıllarca dilde yabancılaşmaya karşı savaş verdik. Bu düşünce tarihimizde yazıyor. Bizler bunun uğraşını verirken Recep Tayyip Erdoğan’ın zihniyetinin elini taşın altına koymadığını da tarih yazıyor.

 

Bizim cumhurbaşkanının sözlerini iyi niyetle okumamızı yine cumhurbaşkanının bir gecede cahil kalındığına dair sözleri engelliyor. Çünkü bu sözlerle dilde uydurukça kelimelerin kullanılması değil direk harf inkılabı kastedilmiş olmaktadır.

Gerçekten cumhurbaşkanımız her alanda olduğu gibi felsefe ve dil alanında da otorite (!) olduğunu bir kez daha ispatlamış oldu. Osmanlı Türkçesi aydın grup arasında konuşulup devletin yazışma dili olmanın ötesine geçemezken Osmanlıca-Türkçe-Felsefe üzerinden cumhuriyetle hesaplaşmaya kalkışmak doğrusu sırıtıyor.

 

Hakikaten Osmanlı devletinde büyük filozoflar yetişti de felsefe eğitimi görmüş olarak biz mi bundan haberdar (!) olamadık?

Sayın cumhurbaşkanına sormak lazım Osmanlıcayı iyi kullanan kaç filozof yetişti? Gerçi bu çok zor bir soru. Bizlerle temel bazı felsefi bilgilerini paylaşsa iş daha kolay olacaktır.

Peki, şöyle soralım! Osmanlı devletinde dünya çapında hangi bilimsel çalışmalar yapıldı? Kepler, Newton ve Galileo çalışmalarını sürdürürken biz neden askeri yenilgilerden sonra bilim, felsefe ve sanat alanında geri kaldığımızı fark ediyoruz? Bunun sebebi sayın cumhurbaşkanımıza göre herhalde cumhuriyetle yazı dili haline gelen halkın konuştuğu Türkçe (!) olsa gerek.

…veya 13. yy eserlerini 19. yy medreselerinde okutmakla mı felsefe yapılır? Neresinden tutarsanız tuttun bilgi hataları, cehalet ve Türk diline, milletine karşı hasma ne duygulara dayalı bilinçaltı kini kendini göstermektedir.

 

Türk filozofları ve bilim insanlarını saydığımızda Farabi, İbn-i Sina, Abdullatif İbn-i Türk, Harezmi, Biruni, Cabir İbn-i Hayyam, Ahmet el-Serahsi, Suhreverdi el-Maktül gibi isimler ilk hamlede akla gelmektedir.

 

Şimdi yine cumhurbaşkanına sormak lazım geliyor. Bu isimlerden hangisi Osmanlı dönemimde yaşamıştır?

 

Biz cevap verelim; Hiç biri.

Hepsi, Türklerin İslamiyeti seçtikleri döneme yakın tarihlerde yaşamışlar ve arı Türkçeyi daha çok kullanan Türk toplumunun içinden çıkmışlardır.

Farabi ve İbn-i Sina o dönem bilim dili olarak kabul edildiği için Arapçayı okuyup yazmışlar ama günlük hayatlarında Türkçe konuşmuşlar yani Türkçe düşünmüşlerdir. Farabi aynı zamanda sultanın sarayında Arapça dil bilginlerini yenecek kadar Arapça diline vakıf bir Arapça dil bilginidir. İbn-i Sina ise kendi otobiyografisinde günde iki saat uyuduğunu nakletmektedir. Bu insanlar Arapça yazmalarından dolayı değil olağanüstü deha sahibi ve çalışkan insanlar oldukları için Türk-İslam bilim ve felsefe tarihine isimlerini yazdırmışlardır.

 

Türkçenin kelime haznesinin felsefe yapmaya yeterli olmayabileceğini iddia etmek başka şeydir, “Şu anda Türkçenin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız.” şeklinde bir önerme kurup yargı da bulunmak başka şeydir.

Çünkü cümleler soru, emir, dilek, istek ve dua gibi yargı içermeyen cümleler ise sadece cümledir. Eğer bir konuda “öyledir, böyledir gibi…” yargı içeren cümleler söz konusu ise cümleler önerme olurlar.

 

Felsefe de düşünceler tartışılmak üzere ortaya atılır, sorular sorulur ve sorulara cevaplar verilir. Felsefe de kesin yargı verilmez. Hele kesin yargı içeren bir önerme kurulup sonra bu önermenin hükmü doğrultusunda felsefe yapılmasını istemek felsefe ile değil dar bir zihin yapısıyla açıklanabilir. 

Felsefe de emir kipi yoktur. Felsefe yolda olmak demektir. Zihnin sadece düşünme, sorgulama, arama üzerinde yoğunlaşmasıdır. Felsefede maddi zenginlik yoktur. Köşeyi dönme, mevkileri sıçrama tahtası yapmak yoktur. Felsefe zenginleşmeyi vaat etmiyor. Felsefe kavramlar üzerinde anadil ile düşünerek evrensel problemleri temellendirme çabasıdır. Felsefe insanların egolarını aşması etkinliğidir.

 

Hegel, Immanuell Kant, Leibniz ve Wittgenstein gibi filozoflar Alman felsefe tarihine damgalarını vurmuşlardır. Örneğin, içlerinden birini ele alalım. Immanuell Kant, Almanca ile yazmıştır. Görüşleri dünya felsefe literatüründe devrim niteliğinde kabul edilir.

 

Şimdi, 600.000 kelime hazinesi olan bugünkü Türkçenin 130.000 kelime hazinesi olan o günkü Almancadan daha sığ olduğunu mu düşüneceğiz?

Farz edelim ki, Almanca Türkçeden daha kapsamlı bir dil olsun. Yeniçağa kadar eser verilmeyen Almanca yeniçağ da bir günde mi aydınlanıverdi?

Alman filozof Wittgenstein “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” derken düşünürün anlam dünyasını kastetmiştir. Bir anadil kelime haznesi açısından ne kadar zengin ise o dili konuşan düşünürün dünyası da o kadar geniş olacaktır. Burada konuşulan anadilin sınırları kast edilmektedir.

 

Bir de anadilin içinde ki sınırlar vardır. Bireyin kendi anadilinde bile anlamını bildiği kelime haznesinin sayısı onun dünyasının sınırını verebilmektedir.

İlahiyat fakültelerinden felsefeyi kaldırmaya çalışan, liselerde felsefe grubu derslerini seçmeli ders yapan zihniyetin bırakın felsefeyi, düşünmeyi bile tehlikeli görüp yasaklama çabasında olması Türkçe ve felsefeye bakışı hususunda bize fikir veriyor.

Bütün vatan sathını imam hatiplerle dolduran zihniyet, imkan bulsa Türkçe yetersiz Arapça resmi dil olsun diyecek hale gelmiştir. AKP iktidarında Atatürk’ün kurduğu TDK Türkçe değil Kürtçe ve Ermenice üzerinde araştırma yapar hale getirildi. Böylesi bir zihniyetin Türkçe gibi bir derdi tasası olmaz. Olsa olsa Cumhuriyetin kazanımlarını bitirme derdi olur.

Her dilin ayrı bir mantık yapısı ve işlevi vardır. Türkçe sondan eklemeli bir dil olduğu için kelime üretemeye oldukça müsaittir. Türkçenin kelime sayısı da çoktur. Gönülleri kalmasın, biz az olduğunu kabul edelim. Öyle olsa bile bu durum Türkçe ile felsefe yapılamayacağı anlamına gelmez. Zira Türkçe pratik bir dildir ve kelime sayısı az da olsa diğer dillere göre çıkarımda bulunmaya daha uygundur.

 

Yeter ki, çıkarımda bulunacak nesilleri milli eğitimde her dönem değişen müfredatlarla karşılamayalım. Eğer bir sorgulama yapılacaksa öncelikle yürütme erkinin altı ayda bir değişen yönetmeliklerini sorgulamaktan işe başlayalım. Ne dersiniz?

Biz bugünkü Türkçeden Türkçenin kelime haznesinde var olan zengin dağarcığı anlayarak ana dilimiz Türkçe ile felsefe yapılabileceğini düşünüyoruz ve buna inanıyoruz. Ancak felsefe yapma işinin her Türkçe konuşan açısından hayata geçirilebileceğini öne süremeyiz.

 

Kendi dilini tam bilmeyen ömründe 5 felsefi içerikli kitap okumamış, Türkçenin içinden en fazla 2000 kelime ile konuşabilen hatta bunlarla nutuk atabilen dağarcığı düşük olanların dünyaları da bu düşük dağarcıkları ile sınırlıdır.

Felsefe yapabilmek için önemli olan anlam dağarcığının geniş olmasıdır. Eğer anlam dağarcığınız, anlam dünyanız dar ise 1.500.000 kelimesi olan Arapçadan dağarcığınıza ne düştüğüne bakmak gerekecektir. Eğer, bir sermayeniz kalmadıysa kullanacağınız dil size felsefe yapmak açısından bir fayda sağlamaz.

 

Türkçe konuşmayan, Türkçe yazmayan ve Türk odaklı düşünemeyen Türk felsefesinden bahsedemez. Türkçeyi gündeme getirip çözümleri başka iklimlerde, dillerde, harflerde bulan zihniyet başka coğrafyaların, kültürlerin temsilcisi olabilir ama Türk’ün hiçbir etkinliğinin ne sözcüsü ne savunucusu ne de bunu tasa eden biri olarak kabul görür.  

 

 

Felsefeyi bitiren, yeşermesini engelleyen Türk dili değil dünya görüşünüzdür.

 

İlgili konuşmanın içinde bir de bize yanlış tarih öğretildiği ile ilgili bir bölüm bulunuyor. Ancak şimdilik bu konuya girmeyeceğiz. Çünkü, tarih felsefesi lise müfredatında yok. Bu konuya girmek için daha üst düzey felsefe yapmak gerekmektedir.

 

Okuyucularımız lise düzeyinin üstünde ki felsefeyi anlayabilirler, ancak Türkçenin felsefe yapmaya müsait olmadığını savunabilen bir zihnin bu kadar yükü kaldırabileceğini zannetmiyoruz.

***

Türkiye’de üniversitelerin felsefe bölümleri ve buralarda yetişen felsefi çalışmaları ile ses getirmiş hocalarımız var. Bazılarını şahsen tanıyor, bazılarını da eserlerinden biliyoruz. İsimlerini verip onları üzmeyeceğiz. Zira saygımızı muhafaza etmek istiyoruz.

Birkaç soruda onlara soralım;

Türkçe ile felsefe yapamıyor musunuz?

Siz bu unvanları kayırılarak mı elde ettiniz?

Dekan, rektör, bölüm başkanı veya enstitü başkanı olma derdinde misiniz?

Ödül almak, proje almak, devlet ve yandaş televizyonlarında felsefe yapmaya çalışmaya tav mı oldunuz?

Çantanızı taşımaya, elektrik faturanızı yatırmaya veya evde çocuklarınıza bakmaya gönüllü asistanlar bulmakta zorlanıyor “biat” kültüründen beslenen asistan kadrosu bulup sorunsuz hayat sürme derdini mi taşıyorsunuz?

Hadi bunları üzerinize alınmadınız diyelim. Aydın olmanın sorumluluğunu mu unuttunuz?

Bu sorularımız, sorulara cevap olabilecek ağır anlamlara karşılık gelmeyecek karakterde olan aydınlarımız için geçerli değildir.

Haydi! Siz de ses verinde biz sorularımızı geri alıp ardınızda olalım.

 

Felsefe Öğretmenleri
Abdullah ALAGÖZ                              Halil KONUŞKAN