FİLLERİN SAVAŞINDA ÇİMENLER EZİLİR Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 09:43


Ülkemizde yeni bir savaş başlamıştır: Halk arasında Bizans entrikaları olarak bilinen bir savaş… Hemen dış düşmanla yapılan savaşlar aklımıza gelmemelidir; içeriden yapılan dış destekli bir psikoloji propagandası düşünülmelidir. Yıllarca ordunun içindeki bir grubun cuntacı bir mantıkla yürüttüğü ihtilal, muhtıra ve post-modern darbelerle devam eden psikolojik savaşlarına karşı günümüzde karşıt cephe savaş açmış durumdadır. (iktidar ve sivil gruplar) Bu savaşın hiç kazananı olmayacaktır.

Psikolojik savaşın amacı; genellikle içerideki veya dışarıdaki düşmanı ilkel, hak-hukuk tanımayan özgürlükler düşmanı olarak göstermek ve ona karşı toplumsal bir linç havası yaratmaktır. Bu yolda önceden belirlenmiş bazı kelimeler kullanarak düşman kabul ettiği grubun hiç yapmadığı eylemlerden dolayı suçlama yoluna gider.

28 Şubat sürecinde gösterilen Fadime Şahin’in Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı, Aczimendi görüntüleri, Tarikat mensuplarının Başbakanlığa davet edilmeleri olayı irtica için ne kadar gerçekçi (!) ise Fatih Camisini bombalatabilecek, kendi uçağını düşürecek subayların olduğunu düşünmek(!) de o kadar gerçekçidir. Bu iddialara muhatap olan subayların hepsi yargılama süreci sonunda beraat etse bile orduyu itibarsızlaştırma çabası olduğu gerçeğinden bir şey kaybetmez. Her iki olayda da dikkati çeken başka bir benzerlik, masumiyet karinesinin göz ardı edilmesidir.

Daha önce her sabah irtica ile kalkar irtica ile yatarken şimdi aynı durum Balyoz, Ergenekon için geçerli hale gelmiştir. Bu psikolojik harekatta ön plana çıkan radyo, televizyon, gazete ve her türlü iletişim ve bilgi kaynaklarına sahip bir gücün varlığıdır. Yandaş diyebileceğimiz medya grubu sanki uzaktan programlanmış gibi sürekli gerginlik yaratarak aynı gri propagandayı yapmaktadır.

"Psikolojik savaşın önemli propaganda unsurlarından birisi olan, gri propaganda bulanık bir propagandadır. Burada kaynak belli değildir, doğruluğu kanıtlanamaz. Yalan veya iftira olduğu da kesin değildir. Gri propagandanın ana malzemesi rivayetlerdir."

Bu kirli propaganda da sık sık dile getirilen kavramlar ya da semboller vardır. Aynı kavram ya da sembolleri her gün tekrarlayarak toplumun bilinçaltında bir kanaat oluşturmayı amaç edinirler. Kazanmaya çalıştıkları topluluk; tarafsız, fikri olmayan ve kararsız kitledir.

Alternatif olarak sundukları herkesin ortak paydası olacak sözlerdir. Dün "irtica" iken bugün “milli birlik ve kardeşlik projesi” dir. Bu yöntemle bireylerde bazı tutumların oluşması ve bunların davranışlara dönüşmesi hedeflenir.

Bazen muhalefet -haklı olarak- “iktidar neden bu tür gerginliğe başvuruyor, iktidar olanlar bundan kaçınmalıdır” der. İktidar ise bunu, önceden belirlediği planın bir parçası olarak yapmaktadır. Burada amaç; grubun halk nezdinde prestijini sarsmak, yalnızlaştırmak ve etkisiz hale getirmektir.

“Darbe öncesi medya ve diğer iletişim organları kullanılarak oluşturulan sanal tehdit ortamının nasıl yapıldığı; BÇG olarak bilinen. Batı Çalışma Grubu’nun 28 Şubat öncesinde kamuoyunu nasıl yanlış bilgilendirerek tehdit ve tedirgin edici bir zemin hazırladığı ve siyasi hareketlerin kamuoyu desteği sağlamak amacıyla yaptıkları beyin yıkama faaliyetlerine” bugünde farklı adlar altında aynı görevi gören kuruluşlar devreye girmiştir. O günün iktidar partisi milletvekili şöyle diyordu: “ onlar nasıl bizi fişlediyse bugünde biz onları fişliyoruz”

Sonuç olarak dün toplumdan kopuk BÇG gibi bir kesimin, kurumları ve basını arkasına alarak meydana getirdiği gerginlik, haksız yere kurumlardan insanları fişlemeleri, atmaları, toplum tarafından kötü gösterilmeleri normal şartlara dönüldükten sonra ne kadar haksız, vicdansız kararlar olduğu ortaya çıktı.

Dün kullanılan ve sık sık tekrarlanan kavram irtica ile mücadele idi. Ama somut bir örneğini nedense bulamıyorlardı. Karar verilmişti. Hedef grup yok edilene kadar mücadele sürecekti. Nitekim dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu “İrtica tehdidi bin yıl sürse 28 Şubat süreci de bin yıl devam edecektir… " Ancak bırakın bin yılı kısa sürede geride büyük mağduriyetler bırakarak tarihe karıştı. Düşünen, sorgulayan, sebep-sonuç bağıntısını bulmaya çalışan insanlar tamamen devre dışı kalmıştı. Necip Fazıl "Fikirsizliğimizi idrak ettiğimiz gün, her şeyi idrak ve her çareyi elde etme imkânına ereceğiz amma bunun yolunu ve tedavisini gösterecek olanları yaşatmamak için de her şeyi yapıyoruz.” diyordu.

İlk kez atanmışlara karşı seçilmişler, oluşturdukları yeni sınıflarıyla birlikte basın, yayın, televizyon, internet gibi kaynakların tamamını harekete geçirerek bir daha dirilmemeleri kaydıyla son darbeyi vurmaya başladılar. Cepheyi çok geniş tutmuş oldular. Orduya karşı alerjisi olan bütün yelpazeler bu düşman (! ) karşısında birleşti. Bu sefer kesintisiz, her türlü kaynaktan beslenen psikolojik savaşın bütün araçlarını kullanarak nokta atışları yapmaya başladı. Aynı olayı sürekli tekrar, kaynağı belli olmayan haber, demokrasi, halk düşmanlığı, huzur bozucular gibi kabul gören büyülü sözler atanmışların adeta nefesini kesti.

Atanmışlar, dün yaptıklarının bugün kendilerine yapılacağını düşünemedikleri içinde hazırlıksız yakalandılar. “Bir subayın verdiği bilgi” gibi kaynaksız, müphem istinatlar, topluma sunuldu. Böylelikle bir korku imparatorluğu oluşturuldu. Amaç ise suç işleyenin cezasını çekmesi değildir yoksa mahkemeye intikal eden bir olay için en mantıklı yol, yargının kararını beklemek ve sonucuna saygı göstermektir.

Seçilmişler için bir kez başlayan süreç tamamlanmalıydı. Nitekim kurumlara eleman, öğrenci, uzman alma noktasında bir önceki süreç mensupları nasıl haksız olarak insanları attıysa şimdikiler de kendi referansları doğrultusunda kendi yandaşlarını almaya başladılar. Değişen tek şey, entrikacıların değişmiş olmasıdır. Entrikalar ve bunun devamında oluşan pervasızca bir kadrolaşma…

Bu süreç bir süre daha devam edecektir. Normal şartlar oluşturulduğu zaman büyük ihtimalle tasfiyeleri sağlanacak ve kurumlarıyla toplum belki ilk kez entrikalardan

uzak bir demokrasi, hak-hukuk, adalet ve özgürlük gibi değerlerle yaşamaya başlayacaktır. Bu iki militarist tarafın mücadelesinde tek doğru mağdurun sadece Türk toplumu olması gerçeğidir.

Entrikaya dayalı mücadelenin olduğu dünyada bu sınıfı fillerle sembolleştirirsek yanılmayız herhalde. Süregelen mücadelede kaybeden taraf kim olacaktır, peki? Çimenler yani halkımız… Hiçbir entrikadan, düzenden haberi olmayan masum halkımızı fil-çimen örneğinden yani bu gri propaganda ortamından toplumu en kısa sürede kurtarmak için her türlü çaba sarf edilmelidir.

Ahlaki olmayan ve her türlü araçların kullanıldığı bu mücadele, değerlerimizi de alt üst etmiştir. Taraflar arasında geçen bu mücadelenin bir tarafı olmak zorunda değiliz. Bir yanlışı eleştirirken bir başka yanlışı desteklemek gibi bir tercihe bizi kimse zorlayamaz. Her olağanüstü dönemin oyuncuları, kuralları ile birlikte bir süre sonra tarihin derinliklerine gömülürler. Bu hastalıktan toplumu kurtarabilmek için kullandıkları kavramları kullanmamak, gündemlerine duyarsız kalmak, halkın dikkatini oluşturulacak yeni gündeme dikkatlerini çekmek olmalıdır. Bu kirli savaşın mensuplarını ve emperyal fikir babalarını yalnız bırakmak, halkı bu durumdan izole etmek onlara karşı yapılacak en büyük