İDEOLOJİ AYNASINDA KİŞİLİĞİN YANSIMASI Abdullah ALAGÖZ

02.04.2016 20:41

Bütün ideolojiler, düşünce sistematiğini insan üzerine inşa ederler. İnsanı anlamayan ya da insan fıtratına uygun olmayan sistemlerin başarısızlığı kadar temsil konumunda olan insanın donanımı da başarısızlıkta etkileyici bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Hal böyle olunca bir davanın toplum tarafından tasvip görmesi için insan modeli çok daha fazla önem arz etmeye başlar.


Tarihi süreç içerisinde ideolojik hareketler öğretileri kadar o öğretilerle donanmış şahsiyetlerle de etkili olmuşlardır. İslamın kısa sürede Arap yarımadasından bütün coğrafyalara yayılması, Osmanlının uzun asırlar farklı kıtalarda farklı toplumlara hükmedebilmesi fikri yapısı kadar insan modelinin de etkisi ile mümkün olmuştur.


Birey üzerinde yoğunlaşan sistemler hedeflerine ulaşmada bireyin sahip olması gereken kişilik özelliklerini belirlemeye ve ona göre ideal insanı tasarlamaya çalışmışlardır. Bu çalışmalarında psikoloji biliminin verilerinden azami ölçüde yararlanmışlardır. Bu doğrultuda birey, bir dünya görüşünün ya da ideolojinin toplumdaki yüzüdür, temsilcisidir denilebilir. Toplumlar ideolojiden ziyade onun temsilcisi olan bireylerin kişiliği, davranışı, toplumda bıraktığı izlenime göre dünya görüşünü değerlendirir. Çoğu zaman bu kişilerin tavırları, yaşantıları toplum nezdinde ideolojilerinden çok daha etkili olmuştur. Bugün devasa bir güç haline gelen “Gülen hareketi” felsefi derinliği olan bir dünya görüşünü insanlığa sunmuyor, öyle bir görüşü de yoktur, onu cazip kılan insan profilidir. Bu durum üzerinde çok düşünülmesi gereken bir örnektir. Bütün tartışmaların kaynağı ve çıkış noktası bireyin kişiliğidir.


Kişilik; bir bireyin bütün ilgi, tutum ve yeteneklerini, konuşma tarzını, dış görünüşünü ve çevresine intibakını ihtiva eden bir terimdir. Başka bir ifade ile bireyi birey yapan onu diğer insanlardan ayıran hasletlerin toplamıdır. Burada önemli olan kişiliğin kendine has ve ahenkli bir bütünlük teşkil etmesidir. Bireyin hafızası, dış görünüşü, direnme süresi, sesi ve konuşma tarzı, sıcakkanlı-soğukkanlı oluşu gibi özelliklerinin hepsi o insanın kişiliğini anlamada ve tasvir etmemizde çok önemli hale gelir. Bireyin bu özellikleri doğuştan getirdiği mizaç(huy) ve sonradan sosyal yaşamdan kazandığı karakter ile birleşerek kişilik dediğimiz bir yapı olarak karşımıza çıkar. Bireylerde mizaç değişmez ”huylu huyundan vazgeçmez” deyimi bunu en iyi ifade etmektedir. Bizim için önemli olan kişiliğin sonradan kazanılan yönü olan karakterdir.


Ülkücü hareketinde en büyük sıkıntılarından biri, belki de en önemlisi, insan modelindeki donanım eksikliğidir. Her şeyden önce Türklük gurur ve şuuru ile İslam ahlak ve faziletini düstur edinen bir hareketin bireylerinin her biri ahlâki yönden topluma örnek olmak durumundadır. Bu değerleri içselleştirmiş, hayatının bir parçası haline getirmiş oldukları oranda toplumda karşılığını bulurlar. Bundan hareketle her birey için milli ve manevi değerlere bağlılık bunları yaşama ve hayata geçirme konusunda çok büyük görevler düşmektedir. Ahlaki zafiyet düşüncenin sağlam temellere oturmasının da toplumda kabulünün de önünde en büyük engeldir. Hz. Peygamberin hayatından başlamak üzere bu medeniyete hizmet etmiş şahsiyetlerin hayatını okumaları, örnek almaları inancımızın ve onun karşılığı olan bu büyük davanın bir gereğidir. Aksi durumda kutsal bir davanın sorumluluğunu omuzlarımızda taşıyamadığımız gibi ona zarar da veririz.


Zihnimizde ne kadar kelime varsa o kadar düşünebiliriz. Var olan kelime dağarcığımız kadar dünyayı algılar, yorumlar ve temellendiririz. Öyleyse okuma, araştırma ve analitik düşünebilme her ülkücünün olmazsa olmazlarından olmalıdır. Bu davaya gönül veren arkadaşlarımızın, hepimizin özellikle gençlerimizin içi boş sloganlardan kısa sürede kurtularak okumaları gerekmektedir. Aslında sosyal paylaşım sitelerinde, gruplarda, gazete tirajlarında ne kadar az okuduğumuz ortadadır. Yeniden bir okuma seferberliğine gitmemiz gereklidir. Gençlerimize tavsiyem gazete, dergi ya da

internette mutlaka köşe yazılarını, denemeleri okumalarıdır. Eğer boş sloganlarla avunmaya devam edersek inanın o sloganlarda zamanla sevimsiz hale gelmeye başlayacaktır. Bir davanın hâkim olması atılan sloganlar, gösterilen simgelerle değil onların içinin doldurulmasıyla mümkündür. Bu biçimsel, basit ve arızalı yaklaşımlardan hızla uzaklaşmak gerekmektedir. Bizim sorgulayan, araştıran ülkücüye ihtiyacımız vardır; sloganı, şekilciliği ön plana alan kişilere hiç ihtiyacımız yoktur.


Bir davanın topluma mal edilmesi için o davayı her yerde anlatan bir kitlenin olması gerekir. Emperyal güçler psikolojik harp tekniklerini kullanarak yaptığımız eylemi, davranışı, yazımızı, medyamızı çağdışı, ırkçı vs. gibi nitelemelerle susturmaya çalışacaklardır. Bizler tam aksi hareketle bıkmadan, usanmadan her yerde davamızı dile getirebilmeli ve insanımızın gönlüne nakşedebilmeliyiz. Emperyal güçlerin propagandalarından etkilenmeden toplumda sürekli dünya görüşünü gündemde tutarak ve belirli aralıklarla tekrarlayarak toplumun hafızasına yerleştirmelidir, pekiştirmelidir. Burada kullanılan teknik ve projeler somut, kitlenin ilgi ve ihtiyacına yönelik bir tarzda olmalıdır.


Bu hareket yapısı bakımından aksiyoner bir özellik taşır. Bütün vatan sathı milletin türküleri, marşları, kitap, dergi ve gazeteleri, folkloru, tiyatrosu ve mizahı ile gündeme gelmelidir. Toplumsal ihtiyaçlar ışığında var olan eksiklikleri giderecek yetişmiş insan kadrosunu acilen bu alanlara kanalize ederek o boşluğu doldurmak gerekmektedir. Bu alanda var olan yetenekleri geliştirerek toplum nezdinde seçkin temsilciler konumuna getirmeliyiz.


Bir hareketin başarısında önemli olan unsurlardan biri de üsluptur. Eğer üslubunuz kişiyi aşağılama, rencide etme ve ayrıştırmaya götürüyorsa haklı olmanızın da bir anlamı kalmaz. Kutlu bir davanın mensupları sadece kendi camialarına karşı değil muarızlarına karşı da üsluplarında zarafeti, inceliği, saygıyı esas alırlar. Çünkü var oluş gayelerinde “yaratılana saygım yaratandan ötürüdür.” mesajı yatmaktadır. Eğer birinde üslup problemi varsa ya kendisiyle barışık değildir ya da konuştuğu konu hakkında yetersiz bir donanıma sahiptir. Bu camiada üslubunu düzeltmeyen insanları bir şekilde uyarmak, ya da tepki göstermek gerekir. Törelerimizde “büyüğe saygı, küçüğe sevgi”nin esas olduğu unutulmamalıdır.


Sonuç olarak ülkücü hareketin fikri bazda bir sıkıntısı olmamakla birlikte insan kaynakları noktasında bir sıkıntısı vardır. Bu davanın bütün sorumluluğunu üzerine almış, kişiliği ile bütünleştirmiş donanımlı ülkücü gençlik, önümüzdeki dönemlerin şekillenmesinin de öncü kuvveti olacaktır. Bunun içinde kişilik konusundaki sıkıntılarımızı çözerek bu davayı hakkıyla temsil eden insan modelini bir an önce oluşturmamız gerekmektedir.