İNSANLARI SARAN TOPLUMSAL VİRÜS

17.04.2016 17:44

 

 

 

 

Nesillerin değişim süreçleri insan ömrünü aşan bir zaman dilimine tekabül ediyor. Haklı olarak tecrübe ya da gözlemle bu değişimi ortaya koyabilmek insan ömrü açısından pek mümkün değildir. Her nesil içinde yaşadığı toplumun duyuş, düşünüş ve algılarına göre şekillenmektedir. Nesilleri değerlendirirken içinde bulundukları toplumun genel özellikleri ve dünyada o an için geçerli olan ya da kabul ettirilen dünya görüşlerini göz ardı etmek mümkün değildir.

*

Bir önceki nesil dediğimiz 1980 öncesi neslin en belirgin vasfı doğru ya da yanlış inandığı bir davası ve uğrunda mücadele etmeye değer idealleri vardı. Değerleri uğruna hayatını feda edecek kadar inanmışlık ve hedefe ulaşmak için gösterdiği azim en belirgin karakteristik vasfıydı.  “Ego” hayatının hiçbir döneminde merkeze alınmamıştı. O hep üreten, adanan, fedakârlık gösteren, sevdaları olan ve bunları yaparken de hiçbir beklenti içine girmeyen bir insan modeliydi. 

*

Evet. Biz insan modelimizi kaybettik. Hangi grup ya da inanç camiasına mensup olması önemli değil bütün toplumu saran egoizm, hazcılık ve faydacılık akımları kutsal kabul edilen değerlerin yerine geçti. Artık veren değil alan, üreten değil tüketen, biz değil ben duygusunun hâkim olduğu yeni bir nesil ile karşı karşıyayız. 

*

Neslimizin hastalığını sadece muarızlarımızda arama gibi bir hataya düşersek baştan kaybetmiş ve yanlış teşhiste bulunmuş oluruz. Aileden başlayıp topumun en üst katmanına kadar sirayet eden toplumsal virüs hayatımızı şekillendiriyor. İster dini öne çıkaran cemaatler, tarikatlar, siyasi partiler isterse milliyetçiliği bayraklaştıran partiler, sivil toplum örgütleri, ya da sosyal demokrasiyi temel alan sol cenah içinde geçerli bir toplumsal hastalıktan bahsediyoruz.

*

Böylesi hastalıklı toplumlarda yöneten zümrelerden örnek davranışlar, dürüstlük ve ulvi değerlerle örülmüş kişilik özelliklerini beklemek beyhude bir arayıştır. Birey olarak düşünme yeteneğimizi kaybettik. Toplum olarak yığınlaştık. Gençlik dününü bilmiyor, yarını hakkında hiç düşünmüyor, sadece anını yaşıyor.  Yönetenler yolsuzluk, liyakatsizlik, adaletsizlik çamurunda boğuluyor. Toplum, bilgi çarpıtmalarla, algı dönüşümleriyle sadece uyarıcıları alan, onları yorumlayamayan, her alıcıyı mutlak doğru kabul eden bir ruh haline büründü.

*

Toplumsal virüsten mutlaka kurtulmalıyız, yoksa bu virüs millet olarak bekamızı etkiler noktaya gelmiştir. İnandığı değerler için zere kadar fedakârlıkta bulunmayan birey diğer yanda davasını temsil ettiğini ifade edip dava aşkı ve sevdasından kopuk liderlerin olduğu bir toplumsal virüs ile karşı karşıyayız.

*

Suçu yöneticileri atma gibi ucuz bir anlayıştan mutlaka kurtulmamız gerekir. Toplumsal virüs yönetenler kadar yönetilenleri de etkilemiştir. Suçlu yönetenler değil toplumu saran sosyal virüstür. Toplumu sarmalayan virüsten kurtulduğumuz gün ister yöneten ister yönetilenler olsun bu problemlerle karşılaşmayacaklardır.  

*

Yeni bir başlangıç hem de temelden başlamak kaydıyla bireyden topluma bütün katmanları kuşatan insanlaşma sürecine acilen girmek zorundayız. Bu süreç, bir camianın değil toplumun genel problemi olduğunu unutmamak gerekir. Suçu siyasi partiler, sivil toplum örgütler ya da devlet denilen aygıtta arama yerine bu unsurlara kan veren, can veren toplum öznesine yönelerek başarabiliriz.