“ÖLMEZ BU HAREKET ÖLMEZ BU DAVA” Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 06:18

1980’lerde yüz binleri rahatlıkla toplayan ülkücü hareket, bugün on binleri toplamaktan aciz hale gelmişse Türkiye’nin gündeminden kopmuş, marjinalleşmeye doğru hızla gidiliyor, bir yerlerde hata yapılıyor demektir. Burada yönetimin suçu kadar bu camiadaki her ferdin hatası vardır.

Ülkücü hareketi yok oluşa doğru götüren bir anlayış ve ona karşı bu davanın sorumluluğunu omuzlarında taşıyan Alp-Erenlerin son çırpınışları, haykırışları bütün vatan sathından Ankara’ya doğru dalga dalga yayılmalıdır. Küsme, darılma, kırgınlık yok; en sert eleştiriler yapılsın ama hakaret olmasın. Bu ilahi davanın savunucularının karamsarlığa kapılma, yıkma, dökme, dağıtma hakları yoktur; birleştirme, bütünleştirme, halkayı genişletme mecburiyetleri vardır. Hedeflerine varmak için inadına şunu tekrarlamaları gerekir: “Ölmez bu hareket ölmez bu dava”

Başarı sağlanacak mı? Başka yolu yok ki… Anadolu’yu kendisine az gören bütün Turan coğrafyasını kucaklayan bir hareket genel merkezin dört duvarı arasına sıkıştı kaldı. Düşünce, vefa sadakat, inanç, ahlak, zarafet, üslup, araştırma, sorgulama velhasıl kişilik özelliklerimizi kaybettik. Yönetimi eleştirenler de en az yönetimdekiler kadar sorumlu olduklarını nedense hep unuttular. Eğer o aşkı, sevgiyi, heyecanı kaybetmeselerdi belki yönetimdekilerin bu bariz hatalarına fırsatta verilmezdi. Hepimiz suçluyuz…

Ülkenin bölünmez bütünlüğü tehlikeye girmiş ve Türk milletine karşı psikolojik bir savaş açılmış durumdadır. Türk’e ait ne varsa sistematik bir şekilde yok edilmeye çalışılıyor. Hainler özgürce konuşurken bu davanın mensupları konuşmak, tepki göstermek yerine Ankara’dan gelecek hikmetli sözün(!) tevilini yapmak zorunda bırakılmıştır. Ülkücü hareket böyle bir anlayış ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bunların hiçbirini hak etmediği ortadadır.

Aksiyoner bir dünya görüşü fikirleriyle, asil duruşuyla, alternatifleriyle toplumun gönlünde taht kuracağı yerde toplumu karşısına alan, dava arkadaşlarını problem gören, her türlü eleştiriyi yasaklayan, istişare, grup ve taban arzularını devre dışı bırakan “monokrasi” anlayışı ile gününü kurtarmaya çalışan bir yapı haline gelmiştir.

Ülkücülük; tabuları kıran, gündelik hesaplar peşinden koşmayan, büyük ideallere gönül veren ve sadece mutlak varlığa boyun eğen bir anlayışın adıdır. Ülkücülerin önünü akla dayanmayan, ahlaki olmayan, bilimsellikten uzak ve gündelik ikballer uğruna tıkamaya, yanlış bilgilere dayalı tabular oluşturmaya kimsenin hakkı yoktur, aksine ülkücülük, bu tabuları yerle bir eden dünya görüşünün adıdır.

Bütün kurumlar yerle bir edilmişken, emperyal güçlerin yerli işbirlikçileri bütün köşe başlarını kapmışken hala basit oyunlar peşinden koşmak ve gününü kurtarmaya çalışmak en hafif tanımıyla emperyal güçlerin emellerine alet olmaktır. Hiçbir ülkücü ister yönetimde olsun isterse dışarıda olsun bu manzara karşısında sessiz kalamaz. Gelin bu ayrılığa, yanlışlığa son verelim; bu dava mensuplarının sizden istediği şu ana kadar yaptıklarınıza teşekkür etmek ve o heyecanı iliklerine kadar duyan ve bunu hayat tarzı haline getiren kutlu davanın mensuplarına bayrağı vermemiz ve en az hatayla bu fetret dönemini kapatmamızdır.

Yönetimde kimlerin olması değil nasıl bir yönetim şekli olmalıdır sorusu üzerinde odaklanılmalıdır. Yönetimi eleştirmek için eleştirenlerde bu hastalıktan vazgeçerek olumlu katkı nasıl sağlanır; hangi yöntemlerle yapılır soruları üzerinde düşünmelidir. Bu davanın zarar görmesi ile sadece yönetimdeki arkadaşlarımızın değil hepimiz o sıkıntıyı yaşayacağımız unutulmamalıdır.

Yönetimle ilgili yapılan ve affedilmesi imkânsız yanlışları saymaya başlasak herhalde sayfalarca yazmamız gerekecek. Bunları tekrarlamaya gerek yoktur. Bu camia olup bitenlerin farkındadır. Ülkücülüğün ölçüsü, çorap rengi ile bıyık şeklinin nasıl olması gerektiğine dönüşünce sonuçta kasetlerle devam eden bir yozlaşma kültürü ile karşı karşıya kaldık. Demek ki bu camiayı harekete geçiremiyoruz. Kaldı ki hareketin çok gerisinde kaldık. Hareketin zihnine prangaları vurmaya, susturmaya, bastırmaya gidilmesin; gidilse de sonuç alınmayacaktır. O halde yeniden bir silkinişe, dirilişe, var oluşa ihtiyaç vardır.

Yönetimi eleştirenlerde artık kendine çekidüzen vermek zorundadır. Eleştiri kadar sorumluluk alabildik mi? Bulunduğumuz mekânlarda, çevrede bu davayı layıkıyla temsil edebildik mi? Artık bir yol ayırımı ile karşı karşıyayız ya bu dava bir fikir kulübü olarak varlığını devam ettirecek ya da geçmişte olduğu gibi aksiyoner bir siyasi hareket…

Bütün bu yanlışlıklara hatalara, çıkmazlara karşı camiamız kenetlenmelidir; felsefe, bilim, sanat, siyaset, devlet, ahlak, demokrasi, din, dış politika vs. gibi konulardaki anlayışlarını temellendirerek topluma alternatif bir dünya görüşü olarak sunmalıdır. Herkese her şeye inat ülkücüyüm diyen herkes sadece sözleriyle değil davranışları, yaşantısı ve sorumluluğuyla tek yumruk olup şunu bir kez daha haykırmalıdır. Bu ses vatanın her köşesinde yankılanmalıdır. “Ölmez bu hareket ölmez bu dava”