Osmanlıcılık - İslamcılık - Batıcılık - Türkçülük (3) - Abdullah ALAGÖZ Yazı Dizisi - Batıcılık

02.04.2016 20:15

Batıcılık, Osmanlı devletini içine düşmüş olduğu “hasta adam” durumdan çıkarmak ve modernleştirmek amacıyla Tanzimat'tan sonra ortaya çıkan ve kurtarıcı gözüyle bakılan fikir akımların­dan biridir. Batıcılık fikrinin temelini Tanzimat dö­nemi ve daha önceki ıslahat hareketleri oluşturur. İşin garip yanı, Batı ile aramızdaki gelişmişlik farkını savaş meydanlarındaki askeri yenilgilerden sonra ancak anlayabiliyoruz. Yapılan reformlarla Batılılar gibi giyinmeye rağmen doğulular gibi düşünmekten de kendimiz alamıyoruz.

 

Osmanlı toplumunda fikir akımları ve yenileşme hareketleri hiçbir zaman alttan yani halkın mücadelesi sonucu gelmemiştir. Bütün hareketler tepeden, genelde fikir adamları ya da devlet adamları vasıtasıyla halka kabul ettirilme yolu tercih edilmiştir.  Batıcılık düşüncesinin ilk savunucuları bizzat pa­dişahlardır. Sadrazam Mustafa Reşit Paşa bu dü­şüncenin öncülerinden biridir. Batıcılara göre Osmanlı Devleti'nin en önemli so­runu Batılı olamamaktan kaynaklanmaktadır. Tek kurtuluş yolu çağın fikir ve ihtiyaçlarına uygun medeni bir devlet ve millet haline gelmek, yani Batılılaşmaktır. Işık kaynağı Batı'dır, ona gitmek şarttır. Oysa Batı, bir düşünüş, kavrayış, algılanış olduğunu düşünemiyorlar. Cemil Meriç “ ışık doğudan gelir” derken Batılılaşmaya gönül verenlerin bu bağlamda Türk-İslam medeniyetinin irfanına sahip olamadıklarını da göstermektedir. 

 

Batıcılar, Batı'nın sosyal, siyasi ve ekonomik ve felsefi fikirlerine uygun bir devlet oluşturulması gerektiği düşüncesindedir. I. Meşrutiyet, Batılılaşma hareketlerinde bir dö­nüm noktasıdır. 1860'tan sonra Batılılaşma hare­ketinin öncüleri Jön Türklerdir. Abdullah Cevdet Batı'nın her yönüyle benimsenmesi gerektiğini belirtir. Tevfik Fikret de Batılılaşmanın en ateşli taraftarla­rından biridir. Celal Nuri ve arkadaşları ise Batı'nın yalnız teknolojisinin alınması gerektiğini, kültürel yönden karşı çıkılmasını ileri sürerler.

 

Batıcılara göre; Batılılaşmak, yani Avrupa devlet­lerine benzemek kaçınılmazdır. İslamiyet'in yanlış yorumlanması, kurumların çağın icaplarına uygun donatılamaması ve batıl inançlar kalkınmaya engel oluşturmaktadır. Özel teşebbüs desteklenmeli, özgürlük alanı genişletilmelidir.  

 

Avrupalıların yalnızca bilim teknikte ileri gittiği, diğer alanlarda hala geri kaldığı ve öğrendiklerini İslam dünyasından aldığı fikrî zemini Şemsettin Sami’nin bunu inkâr eden sözleri ve Hüseyin Cahit’in yazdığı yazıyla epey sarsılmıştı. Onlara göre Avrupa eğer sosyal alanda başarı sağlayamamış olsalardı ve sosyal temeli olmaksızın materyal bir dünya yaratmış olsalardı bu onlara başarı getirmeyecekti. Şimdi onların hala eksik yönlerini aramak ve bir şekilde geri kaldıkları vurgusunu yapmak aşağılık duygusunu pekiştirmek ve aradaki uçurumu artırmaktan başka bir şeye yaramayacaktı. Ayrıca Osmanlı’da da edebiyatın ve sanatın sonunu Arap –Fars kültürüne hayranlığa dayanan akımları getirmiş bu akımlarda Türkçenin gelişiminin bile önünü tıkamıştı. Batılılaşma serüvenini savunanlar bu taklidi eleştirirken kendi görüşlerinin de bir taklit olduğunu, taklit coğrafyalarının sadece değiştiğini fark edemiyorlardı.

 

Batlılaşma hareketleri Lale devrinde Osmanlı’da başlamış olsa da Batıcılık akımını savunanlara göre, Osmanlı siyasi ve sosyal yapısını geride bırakan tüm inanış ve yaşam tarzları ortadan kaldırılmalıydı.

 

İslamiyet’in yanlış yorumlanması Müslüman toplumların geri kalmasına neden olmuştu şimdi her yönüyle Batı’yı taklit etmek gerekiyordu. Tüm eğitim kurumları Batı tarzında ıslah edilmeli, şehzadelerin eğitimi buralarda verilmelidir, tüm medreseler kaldırılarak, Süleymaniye Medresesi yerine College De France, Fatih Medresesi yerine Ecole Politechnique tarzı eğitim kurumları getirilmelidir. Tekke ve zaviyeler kaldırılmalı, buralardan beslenen miskinler dağıtılmalıdır.

 

Kadınlara mekteplerden başka Tıbbiye okulları da açılmalı, diledikleri gibi giyinip diledikleri kişiyle evlenmelerine müsaade edilmelidir. Cübbe giymek, sarık sarmak yalnızca Ulema’ya özgü kalmalı, bunun dışında kumaş fabrikaları ve Batı tarzı kıyafet yaygınlaştırılmalıdır.

 

Osmanlıca dilini Arapça ve Farsça etkisinden kurtarmak için dil bilimcilerden müteşekkil bir heyet toplanarak sözlük hazırlamalıdır. Ayrıca yine bu sebeple Latin harfleri kabul edilmelidir.  Bayındırlık işlerinde özel teşebbüs ön plana çıkmalı bu konuda azınlıklardan ya da devletten beklenti içine girme hususu ortadan kalkmalıdır. Şer’i mahkemeler ve Vakıflar ve Arazi kanunnamelerinde ıslaha gidilmeli, Mecelle aynı derecede ıslah edilmeli yahut kaldırılmalı, evlenme, boşanma hususlarında Avrupa Medeni Kanunu’nda yer alan maddeler kabul edilmelidir.

 

Batılılaşma hareketi aslında geri kalmışlığımızı sadece Batının bilim ve teknolojisinde arayan bir zihniyet olmanın ötesine geçerek, sosyal, ekonomik, kültürel ve felsefi bakışımızın da tamamen değişmesi gerekliliğini savunan toplumu değişim ve dönüşüme zorlayan bir devrim özelliği göstermektedir.

 

Batılılaşmayı savunanların çok haklı yönleri olmakla birlikte toptancı bir mantığa sahip olmaları, toplumsal yapıyı Batıyla aynileştirme yanlışlığına düşmeleri haklı tepkileri de üzerine çekmiştir. Batılılaşma hareketini savunanların ortak özelliği Osmanlının geri kalmışlığı gerçeği idi. Çözümler noktasında Batılılaşmayı savunan düşünürler arasında fikri farklılıklar açıkça kendini gösteriyordu. Batının bilim ve teknolojisini getirelim diyenlerin yanı sıra bir bütün olarak batıyı taklit edelim düşüncesini savunanların sayısı da azımsanmayacak kadar çoktu. İçlerinde Türk ırkının genetik yapısında suçu bulandan suçu İslam dinine dayandırana kadar çok uçuk görüşleri de barındırmıştır.

 

Diğer fikir akımları gibi Batılılaşma fikri de toplumsal düşünüşün ürünü olarak ortaya çıkmadığı için toplum katmanlarında ne zihni bir devrimin oluşmasını sağlamıştır ne toplumsal düşünüşe katkısı olmuş ne de düşünce çevresinin oluşmasını sağlayabilmiştir. Farklı alanlardaki geri kalmışlığa ya giyim-kuşam ile Batıya benzeyerek çözümler üretilmiş ya da Batıyı topyekûn taklit etme iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Osmanlı kurumları Batıdaki gelişmelere paralel kendini yenileyememesi durumu bu kurumlara tepki olarak öne çıkmıştır.

 

13.yüzyıl medreselerinde okutulan derslerin 19.yüzyıl da hala okunuyor olmasının izahını yapmak hakikatten zordu. Ne medreseler kendini yenileyebildi ne düşünce iklimi oluşturulabildi. Batıda Matbaa, Pusula ve Barutun bulunmasıyla derebeyliklere son verildi, bilimsel alanlarda adeta devrimler yaşandı, Pusula ile uzak doğuya gidildi. Batı artık küresel güç olma yolunda adım adım ilerliyordu. 

Batılaşma hareketini savunanların haklı gerekçelerinden biri, Osmanlı devleti bütün kurum ve kuruluşlarıyla yenilenmeli fikriydi. Peki, bu yenilenme nasıl olur sorunsa cevap vermede çoğunlukla toptancı davranmaları sonucunda Türk milletini ve onun değerlerini bilimsel gelişmeye engel görme zafiyetine düşmelerine neden olmuştu. Bu arada Batıda ortaya çıkan pozitivist akımın girdabına kapılmaları toplumda karşılık bulmalarını da zorlaştırmıştır. Batılılaşmayı savunanların gözden kaçırdığı ya da yanılgısı her toplumun kendi ürettiklerinin kendi dinamiklerinin içinde açıklanabileceği gerçeğidir.

 

Batılılaşma hareketi Osmanlıyı etkilemekle kalmamıştır. Modern Türkiye’nin doğuşunda da büyük oranda etkisi olmuştur. Cumhuriyeti kuran irade genelde Rumeli kökenli kurmaylardan oluşur. O bölgenin en büyük özelliği Batıdaki gelişmelerin daha iyi okumaları, Balkan savaşları ve dünyadaki gelişmeleri yakinen takip etmelerinden kaynaklanmaktadır.

Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllar Türk milleti gerçeğinden hareketle birçok inkılâp yapılmıştır. Harf inkılâbından TDK ve TTK gibi ilk kez milli devletin temelleri atılmıştır. İlk kez Türk milleti halkı ve yönetimiyle aynı dili konuşmaya, aynı duyguları yaşamaya ve aynı ülküler etrafında birleşmeye başlamıştır.

 

 Maalesef milli şef dönemi ile birlikte pozitivist akımların etkisi sonucu Anadolu’da yeni bir millet yaratma düşünce öne çıkmaya başlar. Jakobenci sol aydınlarımız yeni bir millet yaratma ve ona uygun bir tarih oluşturma çabasına girerler. Basın-yayından tutun sinema ve diğer iletişim araçlarına kadar toplumsal değerler ve onların temsilcileri öcü gösterilmeye, değerleri köhne anlayışlar olarak sunulmaya başlar.

 

Hâlbuki Milliyetçilik hareketiyle birlikte Batılılaşma hareketi de Cumhuriyet Türkiye’sinin kurulmasını şekillendirmiştir. Milli şef döneminde Milliyetçi anlayışlar devlet organlarından uzaklaştırılır ve  emperyal güçlerin seküler - pozitivist ideolojileri milli kültürün yerine geçmeye başlar.

Ne mucize ne efsun
Ne örümcek ne yosun
çankaya yeter bize
Kâbe arab'ın olsun...

diyecek kadar toplumdan kopmuş bir zihniyet ile milletimiz karşı karşıya kalır. Âşık Veysel Atatürk’ü görmek için Ankara’ya gelir ama şehre sokulmaz. Köylü milletin efendisi olmaktan çıkmıştır artık.

 

Özgürlüğü, yenilenmeyi, çoğulculuğu ve bilimselliği öne çıkarma iddiasıyla ortaya çıkan Batılılaşma serüveni jakobenci- seküler bir hal almaya başlar. Bu anlayış sözde aydınlar, rektörler, üniversite öğretim üyeleri, basın-yayın organları, yargı ve askeri unsurlarla toplumu tasarlama mücadelesine dönüşür.

 

İnançlı, mütedeyyin, muhafazakar, milliyetçi insanlar yeni paradigma için birer potansiyel suçlu kabul edilir.  Siyasi hareketler jakobenci paradigmaya uymuyorsa on yılda bir ihtilal ya da muhtıralarla durumu idare etme yoluna gidilir. Bu zihniyetten dolayı Türk milleti devletini bir türlü milli devlet yapamadı. Diğer yandan jakobencilerin dayatmaları karşıt tepkinin devasa büyümesini de sağladı. Bugünkü AKP iktidarı bir ihtiyaç sonucu ya da halkın teveccühü sonucu değil jakobenci solun dayatmaları sonucu iktidar oldu.

 

Velhasıl, Batılılaşmanın son türevleri olan sol zihniyet, Türk milletiyle bir türlü barışamamasının sonucunda sahte İslamcıların ortaya çıkmasını sağladı. Bu arada sağlıklı karar verebilecek insan profilimizi de yok etti.