Osmanlıcılık - İslamcılık - Batıcılık - Türkçülük (4) - Abdullah ALAGÖZ Yazı Dizisi - Türkçülük

02.04.2016 20:16

Türk milliyetçiği Türk’ün tarih sahnesine çıkışıyla başlar. Milli devlet ve millet anlayışı ne Batı’dan gelen etkilenmeler ne de entelektüel çevrenin çabasıyla gerçekleşir. Bir zaruret sonucu ortaya çıkar ki; İstiklal Savaşımız, bunun en güzel örneğidir.

Türkçülük ya da Türk milliyetçiliği; Türk topluluklarının kültürel ve siyasi birliğini amaçlayan; 1880lerde Osmanlı İmparatorluğu'nda ve aynı dönemlerde Rusya İmparatorluğu'nun bir parçası olan Kırım ve Azerbaycan'da yaşayan Türk aydınları arasında ortaya çıkan bir harekettir. Bu birliktelik, ilk başlarda dilde- işte ve fikirde birlik şeklinde formüle edilirken zaman içinde Turan ülküsü temellendirilmesiyle yeni bir hüviyet kazandı. Ziya GÖKALP:

Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan;

Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.  Diyerek hedeflenen paradigmayı özetliyordu.

 

Türkçülük ya da Türk milliyetçiliği fikri temellerini ne Fransız ihtilalından ne de panslavist akımlardan alır. Bu akımlar belki Türk milliyetçiliğini tetiklemiştir. Türk milliyetçiliği ya da özel adı olan Türkçülük bir zaruret ve yaşanan sosyal olayların bize dayattıkları olgular sonucu kültür dinamiklerimizin içinden neşet etmiş bir akımdır.  Dolayısıyla ne siyasi İslamcılık ne Osmanlıcılık ne de Batıcılık akımları hiçbir zaman milli olamadıkları için toplumsal hayatımızda ve milli refleksimizin uyanışında etkili olmamışlardır. Oysa Türk milliyetçiliği, Osmanlı da 18. yüzyılda edebiyat, sanat alanından siyasi alana kadar gündeme gelmiş olup sonucunda Türkiye cumhuriyeti devlerinin kuruluşunu sağlayan çağın gereklerine uygun, akılcı, gerçekçi, tarihi ve kültürel devamlılığa dayanan millet anlayışına uygun bir akım olarak vücut bulmuştur.

Osmanlıcılık, İslamcılık ve Batıcılık akımları toplumun içinde neşet eden akımlar olmaktan çok devletin üst kademesinden, aydınlardan gelen ve var olan durumu kurtarmaya yönelik akımlardı. Bu akımların düşünceleri siyasi alanda ortaya çı­kıp sonra edebiyata geçtikleri halde, Milliyetçilik - Türkçülük ideolojisi önce edebiyat ve fikir adamları tarafından ortaya atıl­mış, sonra siyaset alanına geçmiştir.

Türkçülük akımının gelişmesinde sadece Osmanlı imparatorluğu içindeki aydınlar değil Türk coğrafyasında yaşayan bütün toplulukların özellikle Tatar Türkleri ve Azerbaycan Türklerinin çok büyük katkıları olmuştur. Osmanlı devletinin Batıya yönelmesine rağmen Doğuya, geldiği topraklar ve Türk topluluklarıyla irtibatını hiç kesmedi

Türkiye'de Orta Asya'daki Türk toplulukları konusu 16. yüzyılda Sokullu Mehmet Paşa'nın Don-Volga nehirlerini birleştirme projesiyle gündeme geldi. Proje o dönemde gerçekleşmiş olsaydı Don ve Volga ırmakları bir kanalla birleştirilerek Osmanlı Devleti'ne Hazar Denizi'nin yolu açılacaktı. Böylece Osmanlı Asya'da bulunan diğer Türklerle irtibata geçebilecekti. Belki Turan diye özlemini duyduğumuz Türk birliğinin ilk temelleri de atılmış olacaktı.

 “Rusya Türklerinin kültürel uyanış hareketinin öncüsü Kırımlı İsmail Gaspıralı idi. İsmail Bey'in çıkardığı Tercüman gazetesi, tüm Rusya Türklerinin kullanacağı ortak bir yazı dili oluşturmaya çalıştı. Bu dilin belkemiğini Türkiye Türkçesi oluşturacak, ancak tarihi Türk lehçelerinden de faydalanılacaktı. 

 

1905 Rus Devrimi sırasında Azerbaycan’lı Hüseyinzade Ali (Turan), Kazan Tatarları'ndan Yusuf Akçura, Başkırt'lardan Zeki Velidi (Togan) Nijni Novgorod kentinde Tüm Rusya Müslümanları Kongresi'ni topladılar. (15-28 Ağustos 1905). Kongre hareketinin diğer ünlü isimleri Azerbaycanlı Ahmet Ağaoğlu, Kazan'lı Sadri Maksudi (Arsal) ve Hiveli Mustafa Çokayef (Çokay) idi. 1906'da devrim hareketinin başarısızlığa uğramasından sonra bu kişilerin birçoğu Rusya dışına kaçtı. Türkiye'de 1908 Devrimi'nden sonra oluşan özgürlük ortamında çoğu Türkiye'ye gelerek İttihat ve Terakki hareketi içinde yer aldılar.”

Türkiye’de o dönemde: 1904'te Yusuf Akçura'nın, Osmanlıcılık ve islamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan Üç Tarz-ı Siyaset adlı etkili kitapçığı yayımlandı. 1908'de "Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek" amacıyla İstanbul'da Türk Derneği kuruldu. Derneğin kurucuları Yusuf Akçura, Necip Asım (Yazıksız), Veled Çelebi (İzbudak), Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Agop Boyacıyan idi.

1911'de yine İstanbul'da kurulan Türk Yurdu Cemiyeti, kültürel çalışmaların yanı sıra Orta Asya Türklerine yönelik doğrudan doğruya siyasi görüşler de ileri sürdü. Mehmet Emin (Yurdakul) un önderlik ettiği cemiyetin kurucuları Yusuf AkçuraAhmet Ağaoğlu ve Hüseyinzade Ali (Turan) gibi Rusya göçmenleri idi. 15 Mart 1912'de kurulan Türk Ocağı, Türkçü ve Turancı hareketin asıl odak noktası oldu. 1912 ile 1930 yılları arasında bu örgüt, Türkiye'nin en etkili siyasi/ideolojik düşünce merkezi olarak hizmet verdi. Türk Ocağı'nın kurucuları arasında, yukarıda adı geçen kişilere ek olarak Zeki  Velidi (Togan)Reşit GalipFerit TekHamdullah Suphi (Tanrıöver), Halide Edip (Adıvar) ve Adnan Adıvar gibi aydınlar bulunuyordu.

1913'ten itibaren Türk Ocağı ve genelde Turancı düşünce, İttihat ve Terakki yönetiminin tam siyasi desteğini kazandı. İttihat ve Terakki hareketinin "resmi" ideologu olan Ziya Gökalp, Turancı düşüncenin başlıca sözcüsü idi. Ziya Gökalp’ın yanı sıra, hikâyeci Ömer Seyfettin Turan fikrinin popülerleşmesine katkıda bulundu. Mehmet Emin Yurdakul'un 1918'de Turana Doğru adıyla derlediği şiirler, Halide Edip'in Yeni Turan romanı, Ömer Seyfettin'in Yarınki Turan Devleti adlı risalesi, Fuad Köprülü'nün Turan başlıklı ilkokul okuma kitabı, 1913-1918 aralığında Turan fikrini yaydılar. I. Dünya Savaşı başlangıcında yayınlanarak (1914) İttihat ve Terakki yönetimi tarafından çeşitli dillere çevirilen Türkler bu Muharebede Ne Kazanabilirler adlı propaganda risalesinin yazarı Munis Tekinalp (asıl adı Moiz Kohen), savaşın ana hedefinin Turan'ı kurtarmak olduğunu savundu.

 

Türkçülük düşüncesini savunan aydınlar arasında tam fikir birliği olmamasına rağmen kültürün taşıyıcı olan, insanların iletişimini sağlayan, toplumsal kaynaşma ve dayanışmayı gerçekleştiren Türkçe bütün aydınlar tarafında en önemli unsur olarak kabul görmüştür. Türkiye cumhuriyetinin kuruluşunda TDK ve TTK gibi Türk kültürünün en önemli kuruluşlarının kurulması da bu düşünce sisteminin bir sonucu ve somut örneğidir. 

 

Türkçülük düşüncesini yine ünlü düşünür Ziya GÖKALP: Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, şeklinde tarif ederek adeta Türk milletinin milli şuurunu, tarih bilincini, kültürel değerlerini ve bilim- tekniğe olan ihtiyacın ehemmiyetini dile getirmektedir.

 

Ziya GÖKALP, Türk milleti odaklı, İslami değerlerle vücut bulmuş, asrın bilim ve tekniği ile donanmış bir milleti hedefliyordu. Bu anlayışı daha sonraları Gazi Mustafa Kemal, Toplumda Türklük bilincini yerleştirmek için “Ne mutlu Türk’üm diyene!-  Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.- Biz ne Bolşevikiz, ne de Komünist: Ne biri, ne diğeri olamayız. Türkler milliyetperver ve dinlerine hürmetkâr bir millettir.” Diyerek Türk milliyetçiliğinin dini değerleri hayat tarzı olarak kabul ettiğini, bilim ve tekniği asrın en önemli unsuru olarak görerek toplumun istifadesine sunmanın gerekliliğini ifade etmiştir.

 

Türkçülük düşüncesi, Balkan savaşına dek Osmanlı devletinde daha çok kültürel alanda etkili olmuş; edebiyatçılar ve fikir adamları tarafından işlenmiştir. Ancak 1912’de Balkan savaşının yenilgiyle sonuçlanması siyasal alanda etkili olmaya başlar. Hıristiyan ve Müslüman toplulukların ayrılmasıyla Osmanlıcılık ve İslamcılığın kurtuluş reçetesi olamayacağı gerçeği ile Türkler yüzleşir. Türk milletinin bekası tehlikeye girmişti ve bekasını koruyabilecek tek çıkış yolu da sadece Türkçülük akımı kalmıştı. Bu düşünce, hem Anadolu’nun kurtuluşu hem de Türk topluluklarının kurtuluş yolu olarak görünüyordu.

 

Nitekim Enver Paşa'nın Aralık 1914'te giriştiği Sarıkamış taarruzunun stratejik hedefi Kafkasya üzerinden Orta Asya'da Türk egemenliğini kurmak idi. Ancak bu girişim, 60.000 Osmanlı askerinin şehit olduğu bir yenilgiyle sonuçlandı. 1918 yazında Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa komutasında bir Türk birliği, Bolşevik Devrimi nedeniyle kargaşa içinde bulunan Azerbaycan ve Dağıstan'ı Rus işgalinden kurtararak bağımsızlığını ilan etti. Turan'ı kurmaya yönelik bu girişime de, Osmanlı Devleti'nin diğer cephelerde uğradığı yenilgi nedeniyle, Kasım 1918'de son verildi.

 

Diğer yandan Çanakkale savaşı ile düşmanı durduran ve kurtuluş savaşı ile Türkiye cumhuriyetinin kuruluşunu sağlayan düşünce, Türk milliyetçiliği olmuştur. İstiklal marşının mısraları bunun en güzel örneği değil mi?

 

Türkçülük ya da Türk milliyetçiliği Osmanlıcılık-İslamcılık ve Batıcılık gibi toplumsal gerçeklikte kopuk ve millet gerçeğinden soyutlanan bir yapı göstermediği, milletin milli refleksi olduğu için başarılı olmuştur.

 

Böylesi süreçlerle cumhuriyet kuruldu. Cumhuriyetin ilk yılları enkaz üzerinde modern Türkiye’nin doğuşu mücadelesi ile geçti. Yokluğun varlığa, imkânsızlıkların imkân haline getirilme çabalarının sürdüğü yıllardı.   

 

 

 

 

1930’lu yıllardan itibaren Türkçülük anlayışına karşı özellikle İsmet İNÖNÜ ve etrafında oluşan sol çevreler tarafından baskılar artmaya başladı. Aynı dönemlerde verimli eserler de yayınlandı.

1932'de Reşit Galip'in emriyle üniversiteden uzaklaştırıldıktan sonra yedi yıl Almanya'da kalan Zeki Velidi Togan, 1939'da Türkiye'ye döndükten sonra yayımladığı Bugünkü Türkistan ve Yakın Mazisi adlı eserinde, yakın gelecekte gerçekleşmesini umduğu Turan hayalini anlattı.

1930'larda yeniden güçlenen Türkçü-Turancı düşüncenin en radikal sözcüsü Hüseyin Nihal Atsız idi. Atsız 1931-1932'de Atsız Mecmuayı, 1933-1934 ve 1943-1944'te de Orhun: Aylık Türkçü Mecmua'yı yayımladı. 1939'da Bozkurt dergisini çıkaran Reha Oğuz Türkkan ile 1943'te Samsun'daKopuz adlı Türkçü dergiyi başlatan Fethi Tevetoğlu bu dönemin diğer Turancı fikir önderleri arasında bulunuyordu. 1941-1944 yıllarında Orhan Seyfi Orhon Çınaraltı adlı Türkçü dergiyi yönetti. Bu dergide yazan emekli general Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, "Her Türkçü Turancıdır, her Turancı Türkçüdür" diyordu

 

Nazi Almanyası'nın yenilmeye yüz tutması ve Türkiye'nin İngiltere-ABD ittifakına yaklaşmasıyla Türk basınında Turancılara yönelik sert eleştiriler boy gösterdi. Faris Erkman 1943'te yayımlanan En Büyük Tehlike adlı kitabında "Pan-Türkist, Turancı, ırkçı kuklalara" saldırarak, onları yabancı devletlerin hizmetinde olmakla suçladı.

İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı Ocak 1944'te emekliye sevkettikten sonra, 3 Mayıs 1944'te İstanbul ve Ankara'da Türkçü gençlerin düzenlediği Komünizmi Telin mitingleri yapıldı. 9 Mayıs 1944'te Şükrü Saraçoğlu hükümeti, aralarında Nihal AtsızZeki Velidi ToganReha Oğuz TürkkanNejdet SançarFethi Tevetoğlu ve Alparslan Türkeş'in de bulunduğu 30 kadar Türkçü-Turancı'yı tutukladı. Bir yıla yakın tutuklu kalan sanıklar, daha sonra, kendilerinin tabutluklara yerleştirilip işkence yapıldığını ileri sürdüler. 29 Mart 1945'te Türkçülük davası sanıklarından onu ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Ancak aynı yılın Ekim ayında Askerî Yargıtay mahkûmiyet kararlarını esastan bozdu.

Bir kez daha Atatürk ve İnönü farkı karşımıza çıkıyordu. Atatürk, Türk illerinden gelen aydınları, Milletvekili, profesör yapıyor, değişik kadroları veriyordu. Türk dünyası ile bağlarımızı güçlendirmeye çalışıyordu. İsmet İNÖNÜ ise İkinci dünya savaşıyla Türk milliyetçilerine savaş açmıştı. 1944 milliyetçilik olayı ile vatanperver insanları tabutluklarda işkence ederken kısa süre sonra Fevzi ÇAKMAK paşayı da ordudan emekli ederek seküler sol anlayışa dayalı bir düzenin temellerini atıyordu.

Türkiye’nin Nato’ya girmesiyle iki kutuplu dünyanın şekillenmesi Türk milliyetçileri için yeni bir engel olmaya başladı zira Türk nüfusunun büyük çoğunluğu Kızıl Çin ve SSCB topraklarında bulunuyordu.

Nato’’un öncülüğünü yapan ABD,  Demirperde ülkelerine karşı gayri nizami harp ile sivil unsurlar oluşturma çabasına girdi aynı şeyler Demirperde’nin liderliğini yapan SCB için geçerliydi.

Bu süreçte milliyetçi muhafazakâr grupların komünizmle mücadele dernekleri etrafında birleşmeleri ve bu yapıların dolaylı olarak ta olsa devlet ile temasları belki toplumdan kopma ve asli görevleri olan millette dayalı sivil toplum hareketi olma vasıflarının sorgulanmasına da sebep olacaktı. Zaman zaman genel politikalarının dışında başka önceliklerin öne çıkarılması hedeflerine ulaşmaların yavaşlattığı gibi moral motivasyonlarını da olumsuz etkiledi.

1960’lı yıllara gelindiğinde MHP ile başlayan siyasi ve ülkücü hareket ile ön plana çıkan gençlik hareketi yılları olarak karşımıza çıkıyordu.

Türk milliyetçileri büyük Turan ülküsü yerine Türkiye cumhuriyetini koruma görevi gibi bir misyonun farkına varmadan savunucuları durumuna geçtiler. Birçok bedel ödenerek bu süreç seksen ihtilalı ile yeni bir boyut kazanmaya başladı. SSCB dağılmış, demir perde yıkılmıştı. Komünizmle mücadele yerine Batı dünyası yeni bir düşman bulmuştu(!) Radikal İslam.

Küreselleşme adı altında Batı emperyalizminin yeni sürümü bu dönemde milli devletlere savaş açamaya başladı. Balkanlar, Kafkaslar, Afrika ve Ortadoğu bu furyanın bedelini ağır ödedi ve ödemeye devam ediyor. Bu süreçte Türk milliyetçileri ve milliyetçilik Türk milleti ve devleti sorgulanmaya başlandı. Türk milliyetçileri yine asli görevleri olan millet gerçeğinden hareketle Turan ülküsünü gerçekleştirme çabasından çok devlet merkezli bir politikanın içinde kendilerini buldular.

Türkçülük ya da Türk milliyetçiliği ülkemizde tarihi süreç içinde ve günümüzde bir türlü aksiyoner özelliğine geçemedi. Yeni şartlara karşı verilecek bir görevin reaksiyoner hareketi olarak hep kontrol altında tutulmaya çalışıldı.

Öznesi Türk milleti, hedefi bütün Türk coğrafyalarında Türk birliğini hayatta geçirme ülküsü olan milliyetçiler, bir türlü kendi gündemlerini oluşturamadı, politikalarını topluma kabul ettirme yoluna gidemediler. Günümüzde diğer Türk devletleri ve topluluklarındaki milliyetçilik hareketleri bizim kadar köklü bir geçmişe sahip olmasa da bizim kadar etkisiz değildir. Türk milliyetçiliği tarihini en ruhsuz dönemini yaşıyor. PKK kadar Türkiye’de gündem oluşturmaktan aciz, yanı başımızdaki Türkmenlerin problemlerini gündeme getiremeyecek kadar atalet halini almıştır.