PKK VE KÜRTÇÜLÜK (!) Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 06:16

Ülkemizin güneyinde düşük yoğunluklu bir çatışma uzun süreden beri devam etmektedir. Bölücü terörün ve maşası olduğu dış güçlerin, Ortadoğu ve Asya coğrafyası üzerindeki Türkiye’nin gücünü kırmak için tarihte olduğu gibi yeni figüran olarak PKK’yı devreye soktular. Bu probleme artık doğru teşhis koymamız lazımdır. Devam etmekte olan etnik savaş değildir, yapılan dış güçlerin bu topraklardan Türk milletini atması mücadelesidir. Bu oyuna ne yazık ki bir kısım insanımız, en üzücüsü sözde aydınımız ve bürokratımız da eşlik etmektedir.

Uzun bir süreden beri devam etmekte olan terör, bir Kürtçülük hareketi mi yoksa Türkiye’yi “parçala-böl-yut” politikasının bir senaryosu mu? Bu sorulara doğru cevap verebilmek için ne yazık ki bu bölgenin demografik yapısı, yöre halkının beklentileri, problemleri ve siyasi temayülleri hiçbir araştırmaya tabi tutulmamıştır. Hep gündeme getirilen o bölgede kürt vatandaşlarımızın yaşadığı, sosyal, siyasal ve ekonomik haklardan(!) mahrum bırakıldığıdır.

Teşhisin yanlış konulması tedavi yöntemini de zora sokmuştur. Kürtçenin seçmeli ders olarak müfredata alınması sonucunda bu dersi tercih eden öğrenci sayısının 20 bin civarında kalması halkın öyle bir ihtiyacının olmadığını göstermektedir. Öğrencilerin Kürtçeye ilgi göstermemesi aslında bütün şer odaklarının senaryolarına güzel bir cevaptır ama anlayana…

Son yıllarda devlet kurumları tarafından bile artık rağbet gören “kürt realitesi anlayışı” hiçbir bilimsel temelle dayanmamaktadır. Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgeler demografik yönden incelenmemiştir. O bölgede sadece kürt vatandaşlarımızın yaşamadığını bir türlü ne kendi halkımıza ne de dış dünyaya anlatabildik.

Terörün yoğun olarak görüldüğü kentlerde demografik yapıya bakıldığında; Türk, Arap, kürt ve Zaza’ca konuşan vatandaşlarımızın yaşadığını görürüz, birçok kentte Kürtçenin bile konuşulmadığı ya da çok az konuşulduğu da bir gerçektir. Örneğin Bingöl ve Tunceli ilerimizde %95 oranında insanların Zaza’ca konuştuğu gerçeğini gözden uzak tutmuşlardır. Diyarbakır ilimizde Türkçe Zaza’ca, Kürtçe ve Arapça konuşan insanlarımızın var olduğu gerçeği nedense hep saklanmış ya da göz ardı edilmiştir. Kürtçe konuşanların diğer grupların sayısına göre çok azınlıkta olmasına rağmen Diyarbakır bir kürt şehri olarak algılanması bir başka algı hatası olarak karşımıza çıkmaktadır. Şırnak ve Hakkâri hariç Bütün Doğu ve Güney doğu ilerimizde öyle anlattıkları kadar Kürtlerle ilgili ekseri bir demografik üstünlük olmadığı bir gerçektir. Van, Şanlıurfa, Gaziantep Erzurum Elazığ, Erzincan Muş gibi şehirleri açıklamaya gerek bile yoktur.

Kürtçe bir dil midir, Yöre halkı gerçekten Kürtçe olarak farklı kentlerde de olsa anlaşabiliyor mu, ortak olarak anlaşılan bir dil var mıdır, Kürtçe yazılı kaynaklar çok eski tarihlere mi dayanmaktadır, Sayın Arınç’ın ifade ettiği gibi Kürtçe bir medeniyet dili midir? Bu sorulara cevap vermeden “kürt realitesini” tanımak sadece temenniden öteye geçmeyen bir hezeyandır.

Şerefname, Şeref Han tarafından 1597 yılında yazılmış ilk Kürtçe eserdir. Öncesinde yazılı bir eser yoktur. Kürt dilinin bir medeniyet dili olduğunu ileri sürenler iki farklı kentin ahalisini bir yana bırakın yakın köylüler bile bir birlerini anlamakta zorlanmaktadır. Nitekim ünlü kürdolog Vladimir Minorsky ve birçok uzman etnik yönden ve dil bakımından Kürtlerin bir bütünlük teşkil etmediğini ve etnik bir topluluğa bile dönüşmediğini ifade etmektedirler.

Etnik bakımından sürekli kendilerine dayanak aramış olan Kürtçüler bazen Med’ler, Urartular, Babil ve başka kökene kendilerini dayandırma yoluna gitmişlerdir. Bununla da yetinmeyerek dil ve köken bakımından kendileriyle hiç benzerlik göstermeyen Zaza’ları da kürt olarak ilan etmişlerdir. Bu anlayışa ne yazık ki bazen hükümetler de destek vermiştir.

Folkloru, köy adları, kelimeleri bütün olarak incelendiğinde Türk kültürünün baskın özelliğini görmemize rağmen Kürtçüler ve onların iç ve dış destekçileri yeni bir millet oluşturma kararlılığından vazgeçmemişlerdir.

Güneydoğu’da yaşayan Kürt, Zaza ve Arap vatandaşlarımız en az batıdaki vatandaşlarımız kadar vatanına, devletine ve tarihine bağlıdır. Devlet olarak o insanlarımızı anne şefkati ile kucaklayabilirsek ve teröre karşı vatandaşlarımızı da çaresiz bırakmasak problem sanıldığından daha çabuk hem de bir daha çıkmamak üzere kapanır.

Yöneticilerimiz, “PKK ile sarmaş dolaş olan BDP’lilerle müzakere edilmeyecek” onlar terörü destekliyor demektedir. 

Siyasi irade, BDP’lilerin de“irademiz, liderimiz” dediği Öcalan’la müzakereye(!) karar vererek bütün bölücülerin de isteklerin yerine getirmektedir. Tam komedi ötesi saçma bir durumla karşı karşıyayız. Bu ruh halİ sağlıklı bir ruh hali değildir.

Basit mantık ilkeleri ile değerlendirildiğinde ya bu milletin aklıyla alay ediliyor ya da ruhsal çöküntüye sokmak için sistemli bir propaganda ile reflekssiz hale getirilmek isteniyor. Etnik bölücülük bir Kürtçülük hareketi bile değildir, Sadece makineleşmiş bir güruhun emperyal güçlere ve yerli uzantılarına hizmet mücadelesidir.