ŞARK MESELESİ YA DA MİLLİ BİRLİK VE KARDEŞLİK PROJESİ Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 06:21

Emperyal güçlerin Atila’dan itibaren Türklere karşı acımasız ve tarihi düşmanlıkları hiçbir dönem bitmemiştir. Bazen savunma bazen de saldırı ama Türkleri geldikleri yeni coğrafyadan atma hevesleri devam ederek günümüze gelmiştir. Haçlı savaşları Balkan harbi, Bosna savaşı, Filistin, Karabağ örnekleri Batı dünyasının emperyal amacını net olarak ortaya koymaktadır. 

Balkan harbi ve yaşanılan süreçte insanlık tarihinin en büyük soykırımı balkan Türklerine yapılmıştır. Bu acımasız süreçte insanlar sadece evlerini, barklarını değil vatanlaştırdıkları topraklardaki Türk izlerini de kaybetmişlerdir. En son Bulgaristan’ın Türk adlarını sistematik bir şekilde silme kararı haçlı savaşının balkanlarda acımasızca devam ettiğini göstermektedir.

Tarihi göçle vatanlaşan Anadolu, mağdur ve vatansız kalan Türklerin son yurdu olmuştur.

Türkiye cumhuriyeti hükümetinin “milli birlik ve kardeşlik projesi” tıpkı Bulgarların yaptığı gibi Türklere ait Anadolu’da ne varsa sistemli bir şekilde ortadan kaldırma çabasına dönüşmüş olması Türk milletinin ontolojik olarak bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır.  Bu zihniyetin çabası, tarihi haçlı zihniyetinin yeni bir versiyonuyla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

“Şark Meselesi” tabiri siyaset adamları ve tarihçiler tarafından bu güne kadar çeşitli şekillerde kullanılmıştır. Terimin ilk defa 1815 Viyana Kongresi’nde Rus delegasyonu tarafından kullanıldığını biliyoruz.

Fransız tarihçisi E. Drialut, “Şark Meselesi”ni “İslam- Hıristiyan mücadelesi” olarak yorumlarken bir başka Fransız tarihçisi Albert Sorel “Türkler , Avrupa’ya ayak bastığı günden beri “Şark Meselesi” zuhur etti”diyerek meselenin bir Türk meselesi olduğunu vurgulamaktadır.1

Türkler İslamiyetin hamisi ve İslam aleminin önderi durumuna geçmekle ,Avrupa için“Şark Meselesi”,Türk veya Osmanlı meselesi halini almıştır. Durum bu olunca ,artık İslamiyetle Türklük aynı anlamı ifade eder olmuştur. Böylece Türk-İslam ve Avrupa-Hıristiyan mücadeleleri “Şark Meselesi”nin temelini teşkil etmiştir.2

“Şark Meselesi” , son iki yüz yıl dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiş, “güç dengesi”nin tesisinde en mühim amillerden biri olmuş , entrikalara , kıskançlıklara ve pazarlıklara sebebiyet vermiştir.

Her Batılı devlet, “güç dengesi “politikasına titizlikle riayet ettiği gibi “Şark Meselesi”ni kendi menfaatine en uygun şekilde halletme yollarını aradı. Bütün Avrupa devletleri , özellikle Çarlık Rusyası , “Şark Meselesi”i ile uğraşmayı dış politikasının esas unsuru haline getirmiştir.

“Şark Meselesi” belirgin hatlarıyla iki önemli safha geçirmiştir.

Bunlardan birincisi “1071-1683 yılları arasındaki “Şark Meselesi”dir. Bu tarihler arasında Avrupa savunmada ,Türkler taarruz halindedir. Bu birinci safhada Batı için “Şark Meselesi”;

*Türkleri Anadolu’ya sokmamak

*Türkleri Anadolu’da durdurmak.

*Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek.

*İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek

*Türkler’in Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak  v.b. politikalar uygulamaktı.

“Şark Meselesi”nin Batılılarca bu hedeflerine rağmen ,Türkler Anadolu’ya girmiş ,Balkanlar’ı tamamen zaptetmiş ve Viyana kapılarına kadar dayanmıştı. Ancak 1683 tarihinde Türklerin Viyana önlerindeki yenilgisi “Şark Meselesi”nin birinci safhasını da sona erdirmiştir. Gene bu tarihte “Şark Meselesi”nin ikinci safhası başlamıştır. Bu safhada, Türkler savunmada, Avrupa ise taarruz halindedir.

“Şark Meselesi”ne ikinci aşamada, özellikle  19.y.y.ın ikinci yarısından itibaren emperyalist zihniyet ilave edilmiştir. Ancak,Hıristiyan Batı, hem Haçlı zihniyetini hem de emperyalist zihniyetini gölgeleyebilmek için kendisinin daima hümanist zihniyetle hareket ettiğini propaganda yoluyla dünya kamu oyuna telkin etmeye çalışmıştır.

1920 yıllarına kadar devam eden bu safhada “Şark Meselesi”nin gelişmesi şu şekilde gerçekleşecektir.

*Balkanlar’daki Hıristiyan milletlerin Osmanlı hakimiyetinden kurtarılmaları .Bunun için Hıristiyan toplumları isyan teşvik ederek evvela onların muhtariyetini , sonra istiklallerini temin etmek.

Birinci maddede belirtilen hususlar gerçekleşmezse;

Hıristiyanlar için reform istemek ve onların lehine Bab-ı Ali nezdinde müdahalelerde bulunmak.

*Türkleri Balkanlar’dan tamamen atmak.

*İstanbul’u Türkler’in elinden geri almak.

*Osmanlı Devleti’nin Asya toprakları üzerinde yaşayan Hıristiyan azınlıklar lehine reformlar yaptırmak,muhtariyet elde etmek veya mümkün olursa istiklallerine kavuşturmak.

*Osmanlı hakimiyetinde bulunan Kuzey Afrika’yı koloniyalist maksatlarla işgal ve ilhak etmek. Bunun için koloniyalist ve emperyalist devletlerin kendi aralarında anlaşmaları yeterli görülüyordu.

*Türk olmayan Müslüman toplumları, özellikle Araplar’ı Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmak ve onları devletten koparmak. Bu hedefe varmak için, Arap milliyetçiliğinin tahrik edilerek canlandırılması kâfi görülmüştür. Bu hususta emperyalist gayeler ön planda tutulmuştur.3

*Anadolu’yu paylaşmak, Türkleri Anadolu’dan çıkarmak.

Büyük devletler daha 1878 Berlin Antlaşması ile Balkanlar’dan Türkler’i attıklarına veya atmak üzere olduklarına inandıkları için “Şark Meselesi”ni Osmanlı  Devleti’nin Asya topraklarına kaydırmayı başardılar. Nitekim Berlin Antlaşması’na koydukları 61. Madde ile Anadolu’da Ermeniler lehinde reformlar yapılmasını Bab-ı Ali’ye kabul ettirmişlerdir. Bu durum, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan Devleti kurmak anlamına geliyordu.

Her ne kadar dini, ekonomik, stratejik, kültürel, politik, ideolojik v.b. gibi menfaatleri birbirinden ayırmak mümkün değilse de , Avrupalı büyük devletler zaman, mekan ve diğer şartlara göre bu unsurları ayrı ayrı kullanarak hedeflerine yavaş yavaş ulaşmışlar ve Osmanlı Devleti’ni yıkmışlardır.

Avrupalı emperyalist devletler, Osmanlı tebası olan Hıristiyan azınlıkları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeleri, devletten koparma çabaları  bu defa yeni devletin sınırları içinde, İstiklal Savaşı’nı kazanan evlatlarını birbirine düşürmek şeklinde ortaya konulmuştur. Öyle ki, aralarında çeşitli şive farklılıkları görülen Doğu ve Güney Doğu Anadolu’daki bir takım aşiretlerin, Kurmancı ağzı etrafında toplanarak bu bölgede sun’i bir millet olarak ortaya çıkmalarını sağlamak için ilim adamlarıyla, propogandistleriyle,komünizm, Siyonizm gibi ideolojik saldırılarla adeta Türk Devleti’ne savaş ilan etmişlerdir.Bölgede sun’i olarak bir

“Kürt” milleti yaratılmak istenmektedir. Halbuki bu gün İran , Irak Türkiye ve Suriye topraklarında dağınık olarak yaşayan ve kendilerine “Kürt” adı verilen bu unsurlar en azından Türkler’in Oğuz-Türkmen boylarının Anadolu’ya gelmelerinden itibaren bin yılı aşkın bir ortak tarihe kültüre sahip oldukları bilinmektedir.

Bütün bu gerçekler açık-seçik ortada iken T.C.Devleti’nin varlığına bir saldırı niteliğinde olan PKK terör örgütünün desteklenmesi “Şark Meselesi”nin günümüzdeki yeni bir uygulamasından başka bir şey değildir.

Özellikle Türkiye için “Şark Meselesi” halen fiili olarak mevcut olup ,stratejik ve ideolojik görünümüyle varlığını sürdürmektedir. Osmanlı Devleti’nin “Şark Meselesi”nden edindiği acı tecrübelerden ders alarak Türkiye Cumhuriyeti’ni günümüzdeki “Şark Meselesi”nden korumanın ve kurtarmanın mümkün olduğuna inanıyoruz.

Acaba Avrupalılar, Türk Milleti’nden ne istemektedirler. Bu isteğin ne olduğunu anlamanın tek yolu tarihi olayları ilim metotlarıyla tetkik etmektir

Sonuç olarak; Kürt ulusu adında yeni bir millet yaratılmak istenmesi haçlıların Kürtlere karşı platonik bir bağlılıkları değil Türkleri parçalayarak Anadolu’dan atma mücadelesi olduğu gerçeğini kabul etmek zorundayız. Bütün çözüm süreçleri, reform hikâyelerinin temelinde bitmez tükenmez haçlı zihniyetinin Türkleri asırlardır yaşadıkları bu vatan topraklarından atma mücadelesi olduğunu göstermektedir. Bu mücadele aynı zamanda haç ile hilalin mücadelesi, İslam ile Hıristiyanlığın tarihi rövanşıdır. Hal böyle açık seçik ortadayken herkes safını ona göre belirlemeli ve haçlı zihniyetiyle mazlum hilalin mücadelesinde olması gereken safta yerini almalıdır.