TÜRK -İSLAM ÜLKÜSÜ Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 06:23

Bir düşüncenin ya da dünya görüşünün toplumda yer bulması onun sağlam temellere dayanması ve bu temeller üzerinde inşa edilen değerler dizisine bağlıdır. Bu anlayış, aynı zaman da tekabül ettiği, referans aldığı olay ya da sağlam olgulara dayanmalıdır. Bu açıdan Türk- İslam ülküsü de bundan hareketle iki temel dayanak üzerine inşa edilmiştir. Türk milleti ve İslam.

Millet kavramının birçok tanımı yapılmıştır. Genel kabul ise millet; sınırları belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan dil, din, tarih, duygu, düşünce ve kültür gibi ortak özellikleriyle diğer toplumlardan ayrılan, birlikte yaşama arzusu içinde olan insan topluluğudur.

Milletlerin tarihi süreç içinde klan, özler, aşiretler ve millet şeklinde sosyolojik olarak evrim geçirdiği söylenebildiği gibi, farklı tasniflerin yapılması da mümkündür. O halde milletlerin varlığını inkâr ya da sulandırma bilimsel olarak imkânsızdır. Farklı insan topluluklarının varlığı milletlerin var olduğunun da göstergesidir.

Türk milletinin yaşadığı coğrafyada ürettiği maddi-manevi her şeyi, onun kültürüdür. Örf, adet, gelenek ve görenekler, dil, tarih şuuru, kader birliği gibi unsurlar onun adeta varlık nedeni haline gelir. Bunu kısaca milletimiz için, Türklük gurur ve şuuru şeklinde tarif edebiliriz.

Çoğu zaman milliyetçilik, ırkçılıkla ve ulusalcılıkla karıştırılmaktadır. Bu şer güçlerin bazıları milliyetçililiği, ırkçılık, bazıları faşistlikle suçlarlar. Bunlar genelde ya Marksistler ya da sözüm ona sözde İslam’ı savunan Arap hayranlarıdır. Oysa Allah’ın kelamı bize şunu ifade ediyor. Hucurat suresinin 13. ayetinde şöyle buyrulmaktadır. “Ey insanlar doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli ve en üstününüz o’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir ve her şeyden haberdar olandır.” Yine Furkan suresi 54 ayetinde şöyle buyrulmaktadır; “O, sudan bir insan yaratıp ondan soy –sop ve hısımlık meydana getirendir. Rabbin her şeye hakkıyla gücü yetendir.”

Allah’ın kelamında insanların milletler halinde yaratıldığı gerçeği bize adeta rehberlik etmektedir. Milletlerin varlığı ister dini yönden ister bilimsel yönden ele alınsın her iki kaynak milletin varlığını bir realite olarak kabul etmektedir. Bu realitenin kabul edilmesi gerekirken bunu istismar edip milliyetçiliği, ırkçılık olarak kabul edenler aslında Allah’ın kelâmını ya anlamamakta ya da istismar etmektedirler.

Türk- İslam ülküsünün diğer temel dinamiği İslam’dır. Zira Türklük gurur ve şuuru İslamın ahlak ve fazileti ile taçlandırılarak bu anlayış kutlu bir davaya yani nizam-ı alem ülküsüne dönüşecektir. Bu diyalektik bakış ya da iki temel unsur, birbirinin alternatifi değildir. İslam ile şereflenen bu milletin dünyayı Müslüman-Türk olarak okuması, algılaması ve bu anlayış üzerinde medeniyetini gerçekleştirmesinin adıdır.

Türklük ve İslamiyet artık dayandığımız iki temel kaynaktır. Eski Türklerdeki Alp, İslam’la birlikte Alperene doğru tekâmül etmiştir. Bu tekâmül Türk’ün yüksek hasletlerinin İslam’ın potasında gelişerek çamurdan yaratılan beden ile ona verilen ruhun birleşmesidir. İslam, Türk insanının mayasını kendi potasında yoğurarak, Türk zihniyetini baştan aşağı kutlu bir davaya doğru değiştirmiştir. İşte bu tekâmülün, değişmenin, anlayışın adı Türk -İslam Ülküsüdür. Türk-İslam kültürü ve medeniyeti bu ruh ve inanç üzerinde inşa edilerek evrenselleşecektir.

Ülkücü hareketin savunduğu Türk-İslam ülküsü, dünden bugüne kazanımlarının üzerine kendi medeniyetini kurması ve bunu geleceğe taşıması mücadelesidir. Bu anlayış, İslam’ın yasakladığı şövenist anlayışla uzaktan yakından ilintili değildir. Zira bu dava sadece Türk milletinin iyiliğini istemez; İslam dünyasının ve bütün insanlığın özgürlüğe, mutluluğa, barışa ve huzura kavuşmasını amaçlar. Yüce İslam dinini ve onun şanlı peygamberini kendisine rehber seçen bu hareket, her türlü ırkçılığa karşı olmuştur. Şanlı peygamberimiz şöyle buyurmaktadır; “Ey insanlar! Rab’iniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız, O’na saygıda en üstün olanınızdır. Arab'ın Arap olmayana, Allah’a göstereceği saygı dışında, hiçbir üstünlüğü yoktur. Unutmayın burada olanlar, olmayanlara da bunları iletsin.”

Bu millet Türklük ve İslamiyet’i ruh ve beden sembolleriyle ifade edecek kadar İslam ve Türklük ile hemhal olmuştur. İslam; insanlara, toplumlara gelmiştir, onlarla vücut bulmuştur. Dolayısıyla bedeni ruh ile bütünleştiren anlayış, insanları eşrefi mahlûkat mertebesine ulaştırmıştır. Türklük bedenimiz, İslam ruhumuz kavramları ontolojik olarak bu dualitenin bir ifadesidir.

İslam’ı devre dışı bırakmaya çalışan başta ulusalcı anlayış olmak üzere her türlü yaklaşım, Türk tarihi boyunca hiçbir dönemde uygulama imkânı ulaşamadığı gibi köksüz, tarihi sürekliliği ve bilimsel izahı olmayan bir ütopya olarak kalmaya mahkûmdur. Aynı zamanda Türklüğü devre dışı bırakan ve millet realitesini reddeden bir anlayış, tarihi gerçeklere ve milletlerin varlık nedeni olan unsurlara örtüşmediği ayrıca ilahi mesaja da aykırı olduğu için hiçbir zaman uygulama alanı bulamayacaktır.

Sonuç olarak Türklük ve İslamiyet, Türk–İslam medeniyetinin itici güçleridir. Bu dava mensuplarının varlık nedenimiz olan Türklük ya da İslamiyet’ten herhangi birinden vazgeçme şeklinde yapacakları çalışma söz ve benzeri girişimler en hafif tabirle bu davaya mensup olmaktan vazgeçmek ya da bu davayı bilmemektir. Amaç, medeniyetimizin insan modelinden düşünce sistemine, estetiğinden ahlâk anlayışına kadar her alanda Türklüğün hasletlerini İslamın mutlak varlıktan gelen ruhuyla şekillendirerek özlenen hedefe, Turana, İslam coğrafyasına ve insanlığa insanca yaşamayı sağlayan nizama ulaşmak olmalıdır.