TÜRKÇE BAHANE, İHANET ŞAHANE

07.04.2016 19:55

Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıtadır. Bu vasıta toplumun bütün katmanlarında ve toplumların siyasi organizasyonu olan devlet işleyişinde ne kadar kullanılırsa etkisi de bir o kadar artar. Dil sadece toplumda kullanılmakla kalmaz, üzerinde yaşadığı coğrafyayı da kendi sembolleriyle yeniden vücuda getirir. Dağları, ovaları, şehirleri, nehirleri velhasıl üzerinde yaşanılan her şey, kullanılan dil ile yeniden toplumların hafızasında yer edinir. Yaşanılan coğrafya üzerinde Türk’ün anısı, masalları, hayalleri ve izleri varsa vatanıdır.

Siyasi iktidar,“Yeni Türkiye” söylemleriyle vatan sathında Türk izini silmeye çalışmaktadır. AKP iktidarı, geçmişte kalan tortuları yeniden canlandırarak, Ermenice, Rumca, Farsça ve Arapça isimlerle coğrafyayı yeniden tanzim etmektedir. Böylesi çalışmanın adı Türk’e ve Türkçeye ihanettir. Bizim Kürtçüler de(!) Kürtçe adı altında Ermenice Rumca ve Arapça isimlere merak salmış durumdadırlar. Ne de olsa köksüzlüklerine çok ironik ama kök arama derdindeler.  Kendileri için Türk ve Türkçe olmasın ne olursa kabuldür.

Türk milleti diyemeyen, Türkçeyi egemen dil olmaktan çıkarmayı hedefleyen ve Türk tarihini İslam ile başlatıp geçmişini reddeden zihniyetin adı olsa olsa Türk’e ihanet etme ve başka kültürlere hayat kazandırmaktır. Oysa Türklük bir kader İslam ise bir tercihtir. İkisi birbirinin alternatifi hiç değildir.

Doğu ve güneydoğuda bütün yer, sokak cadde, semt, ilçe isimleri değiştirilme furyası ile karşı kaya iken hala Türkçenin felsefe dili olamamasının üzüntüsünü, kaygısını belirtmenin adı timsah gözyaşları olabilir. Hal böyleyken Türkçeden felsefe yapılamıyor deyip bunu harf inkılâbına bağlamakta Türkçeye olan kaygıyı değil cumhuriyeti yıkmaya yönelik bir projenin adı olsa gerek.

AKP’nin yol arkadaşı ve akıl babası Bölücü parti ve bebek katilinin talimatlarıyla kendi belediyelerinde Kürtçe ikinci yazışma dili olarak kullanılırken, oradaki dindar vatandaşlarımızı seküler PKK’nın zorbalığına terk eden iktidar sadece Türkçeye değil Türk devletinin hükümranlığını da kaybetmesine yol açmıştır.

Son Cizre olaylarında aylar öncesinden hendekler kazan, silahlı birimleriyle asayişi sağlayan, belediyenin bütün imkânlarını kullanan PKK militanları, kendilerini desteklemeyen, karşı çıkan HÜDA-PAR mensuplarını evleriyle birlikte yakmaya çalışırken devlet bir gün sonra duruma hâkim olduğunu açıklayabiliyor. Dil ile egemenlik, birlik - beraberlik ve düzen arasında doğrudan ilişki vardır. Türkçeyi ihmal asırlar sonrasında da olsa karşımıza devasa problem olarak çıkabilmektedir. Bugün yaşanılanların önemli etkilerinden biri Türkçeyi ihmal etmemizdendir.

 Anadolu’ya gelişimizle birlikte belki yerleşik kültürün baskısı, belki hayranlık ama gerçek olan kendi dilimize karşı üvey evlat muamelesi yapmış olmamızdır.

Türklerin İslamiyet’i kabulü ile birlikte Türk kültürünün Arap-Fars kültürü baskısına girdiğini kabul etmek zorundayız. Kaşgarlı Mahmut o ünlü eseriyle Türk kültürünün, dilinin önemini vurgularken aynı dönmede yaşayan Mevlana’nın Mesnevi’yi Farsça yazması bir sıkıntı değil mi? Türk dilinin en önemli eserlerinin Türk’ün Arap- Fars coğrafyaları dışında ortaya çıkmış olması bir tesadüf de değildir. Selçuklu devletin de başlayan bilim dili Arapça, edebiyat dili Farsça ve saray ile halk dilinin Türkçe olması alışkanlığı maalesef büyük oranda Osmanlı devletinde de varlığını sürdürmüştür. 

Öncelikle şunu vurgulamak gerekir, birilerinin yapay tarih anlayışlarını ya da tarihin bir sürecini inkar etme üzerine kurdukları arızalı anlayışı savunmadığımız gibi Türk tarihini Türk’ün tarih sahnesinden çıktığı andan günümüze gelene kadar geçtiği süreci bütün olarak görüyoruz.

Bu genel bakıştan Osmanlı devleti dili ve düşüncesine gelindiğinde cihan devleti olan Osmanlı İmparatorluğu ne yazık ki dil alanında o başarıyı gösteremediği gibi olumsuz katkıları olmuştur. Osmanlı bir Türk devleti ama Doğu ve Güneydoğuda birçok Türk aşireti Kürtleşiyor. Karakeçili aşireti ve daha birçok aşiret gibi. Her dönemi kendi şartları içinde değerlendirme diyebiliriz başka gerekçeler sunabiliriz ama hiçbiri Milli bir devlette egemen milletini asimilasyonunu açıklayamaz.

Arap ya da Latin alfabelerinde ne bir kutsallık vardır ne de her derde devadırlar. Sonuçta semboller manzumesi olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Sayın cumhurbaşkanı gibi suçu Latin alfabesinde bulmadığımız gibi Arap alfabesini de tek kurtuluş yolu olarak ta görmüyoruz.

Osmanlı devletinin yapısını irdelemek başlı başına bir konu ve gerçekten zor bir alan. Bizim vurgulamaya çalıştığımız Osmanlıyı devre dışı bırakmak değildir. O dönemin şartlarında Halkın okur -yazar oranı düşük olduğu için yazı dili çok dar bir çevreyi kapsıyordu. Devletin yazışmalarında ve topluma açılan kanallarında kullanılıyordu. Yazı dili tabi ki Türkçe idi. Bunun tartışılması bile anlamsızdır. Osmanlı Türkçesinin çok yetersiz ya da çok iyi olduğundan ziyade okur-yazarlık oranının en diplerde olduğu toplumlarda mükemmel olsa ya da yetersiz olsa ne değişecek. Bilgi, kitlelere ulaştığı oranda bir anlam ifade eder.

Felsefi düşüncenin yeşerebilmesi toplumların okur-yazarlık oranıyla da ilintilidir. Felsefeyi sadece o alanda eğitim görmüş insanlar yapmaz. 6 yaş çocuğunun sorduğu birçok soru felsefenin uğraş alanıdır. Her güncel olay içinde felsefi boyutu da barındırır.

Bireyin özgürleşmesi, sorgulama, analiz ve düşünme gibi çabaları her toplumda ve bireyde vardır. Felsefe bu çabaları kendi düşünce sistemi içinde bitmez tükenmez bir emeğe dönüştürme gayreti olarak karşımıza çıkar. Hala okullarda felsefe öğretmenlerine ve toplumda felsefeye karşı olumsuz dogmalar var iken bağnazlığa tepki göstereceğimize dili suçlu ilan etmenin mantıklı bir izahını kimse yapamaz.

Okur- yazar oranı yükseldikçe dağdaki çobandan devletin en üst kademesindeki lidere kadar felsefe herkesin uğraş alanına dönüşür. Bir toplum düşünün, edebiyat dili, bilim dili ve halk dili farklılaşıyorsa orada kendi kültür temellerine dayanan ne özgün bir eser ne de medeniyetini ilerleten düşünce zihniyeti oluşur. Konuyu gündeme getirenlerin Türkçe gibi bir dertleri yoktur. Türkçeyi bahane edip ihanetlerini örtmek için bazen felsefe, bazen din bazen de başka bir gündem ile psikolojik operasyonlarına devam etmektedirler. Operasyonlar ülkeyi bölünme eşiğine getirmiş durumdadır. Bütün sansürlere rağmen ülkenin bir bölgesinin elimizden kayışına sadece dışarıda gözlemek herhalde en büyük acı olsa gerek.