Ufkun Ardındaki İnsanımız Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 06:29

Büyük davalara gönül veren insanların ufku da davaları gibi büyük olur. Günlük kısır çekişmelerin etkisinde kalmazlar; hep ideali, olması gerekeni arar ona koşar, geleceği onda tasarlarlar. Onlar için zaman sadece an değil geçmiş ile geleceği de kapsayan muhteşem hayal dünyalarının realize edildiği bir fiilden kuvveye çıkıştır. Onları ne  rant peşinde koşan zavallılar ne ikbal için arkadaşını satan gafiller ne de çıkarları uğruna ülkü erlerini gözünü kırpmadan feda eden mankurtlar anlar.

Gönülleri öyle büyük ki Turan coğrafyasını aşar kainata yönelir, onu kuşatmaya çalışır.”Ben”lerini o ulvi davanın potasında eritmişlerdir. Koltuk davası, ikbal kaygısı içinde olanlar onları ya deli ya da hastalıklı tipler olarak görürler; haklıdırlar da çünkü ben’inde yok olmuş, küçük hesaplar peşinde koşan acizlerin bu sevdalıları anlaması zaten mümkün değildir. Kalpleri kırık, sızıları fazla da olsa ilahi mesajın emrine uyarak yeise kapılmama konusunda kararlı, bir o kadar asil duruşu sergilemekten çekinmezler.  

 O erler ki aklın, düşünmenin, sorgulamanı insanı kainatta en şerefli varlık yaptığını idrakindedirler. Vazgeçemeyecekleri iradeleri ve Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu aklını kimseye kiraya vermemektir. Onlar, biat kültüründen, şakşakçılıktan, devrin adamı olmaktan, insanı yetersiz görüp cemaate sürükleyen ilkel ruh halinden uzaktırlar. İnandıkları doğruları hiçbir şeye değiştirmezler. Bundan dolayı liboşlar, mankurtlar, esen rüzgara göre şekil kazanan bukalemunlar anlayamaz onları…

Yaşadıkları dönemin aykırı insanları olarak lanse edilirler birileri tarafından.  Onlar birer kutup yıldızıdırlar. “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” diyen ve insanı şerefli varlıktan sıradanlaştıran bağnaz, zavallı, çaresiz, sürüleşen insan modelinden de uzaktırlar. Onlar için her birey kutsal ve en değerli varlıktır. İnsanları tanımlarken isimlerin önlerine onlarca sıfatı(!) ekleyerek insanı anropormorfist anlayışa sürükleyecek sakat ve tevhit inancına aykırı tavırlara hiç girişmezler ve ona müsaade etmezler. İslamdan önceki cahiliye döneminin tipolojilerini(!) hiç örnek almazlar.

Kendi varlıklarını ifade ederken felsefecilerin ileri sürdüğü ontolojik problemler ve bilgi denilen epistemolojik problemlerle uğraşırken değerler felsefesi ve mutlak varlığın insanlığa sunduğu öğretiyle oluşan o ahenkli ideologya örgüsünü kara ve kızıl emperyalizme alternatif dünya görüşlerinin mihenk taşı olarak temellendirmeye çalışırlar.

 Ruhlarına nizam vermeyle başlayan çalışma, aleme nizam verme noktasına gelir. Aleme nizam verme ülküsü o naif ruhlarını dantel gibi örerek gelir üst noktalara çıkar. Olgunlaşan o beden ruh muvazenesi nizamı alem ülküsünü de şekillendirir. Yunus Emre’nin Hak ile Halk, Hacı Bektaşi Veli’nin dediği aynü’l cem yani eserden müessire geçiş diyebileceğimiz mümkün varlığın mutlak varlıkta birleşip  yok olduğu bir hal oluşur.  

Hayatın diyalektiği her alanda olduğu gibi içinde yaşadıkları toplum ve temsil ettikleri camiada da karşılarına çıkar. Doğru ile yanlış, Hak ile batıl, güzel ile çirkin, varlık ile yokluk onların tasavvur dünyasında hep beyin fırtınasına yol açan kavramlardır. Sınırlı ve sonlu bir varlık olmalarına rağmen yaratılışlarındaki mutlak varlığa vurgun oluşları onları o kutsal yolculuğa zorlamaktadır. Bu ruh halidir ki onları ve mensup oldukları hareketi aksiyoner hareket yapmıştır, atalet içinde olanlar kaldıkları yerde oturmaya devam etsinler belki hikmetli bir kurtuluş reçetesi bulurlar(!)

Bu dava hakkında konuşmak için önce sıkıntıları bilmek, onları teneffüs etmek gerekir. Bilip bilmeden ahkam kesenler, bir dönemin kesintisi ya da bir dönemin reddi şeklinde ortaya çıkabilecek marazi durumlardan uzak durmaları gerekir.  Bütün bunlara rağmen durumu idare etmeye çalışanlar,  aşksız, sevdasız bir ruh haliyle büyük davaların omuzlanamayacağını ne yazık ki bazıları anlayamadılar; bu gidişle de anlamayacaklardır.   İşin acı veren yanı bu çarpık anlayışları temellendirenler hiçbir şey bilmediklerinin bile bilmeyen bilgi fukaralarıdır. 

Alp erenler, ecdadı gibi Haktan alıp halka saçan, alan değil veren, yerinde duran değil öne atılan bir gayenin mensuplarıdırlar. Ondan anlaşılmıyorlar, birer mecnundurlar ama Leyla da yok hayatlarında,   mekânda onlara yabancı… Ruhları tevazu içinde ancak doruklarda olan gölgeleri ile hep hatırlanacaklardır.

“Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
  Koşar adım gitmeli onların arkasından.
  Kahramanlık; içerek acı ölüm tasından
  İleriye atılmak ve sonra dönmemektir. “

Atsız’ın dediği ruh halidir yaşadıkları…

Gününü gün edenler, kendilerinin yabancılaştığının farkına varmadan koca kayanın tozu olduklarının unutarak tozu değil kayayı değiştirmeye çalışır. Bu zavallı zihniyete mensup olanlar, kaya yerinde hep durdu ve de duracaktır. Esen rüzgar o tozu mutlaka alacaktır kaya da durduğu yerde kalmaya devam edecek giden sadece toz olacaktır vesselam…