ÜLKÜCÜ HAREKETİ DOĞRU ALGILAMAK Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 06:30

Uzun süreden beri Lider-Doktrin–Teşkilat kavramları üzerinde oluşan yanlış algılar, bizi sadece kavram kargaşasına değil aynı zamanda ihanete varan vahim değerlendirmelere de götürmüştür. Ülkücü hareket için bu kavramlar, insan ürünü olup gelişme ve değişmeye açık olmalıdır. Eğer yanlış anlamlandırmalara gidilirse bu düşünce sisteminin donmasına neden olduğu gibi fikriyatının tükenmesine, bütün kuruluşlarının yozlaşmasına, nitelikli insanlarının önünün kapatılmasına da sebep olacaktır.

İnsanımızın bu sorunun önüne geçebilmesi için yeniden zihni bir doğuşa ihtiyacı vardır. Öyle bir doğuş olmalıdır ki bu, daha önce öğrenilenlerin tamamen paranteze alınması kaydıyla adeta bir medeniyetin doğum sancılarını oluşturmalıdır. Grup kültüründen düşünce sistemine, teşkilat anlayışından liderlik anlayışına kadar her konuda tabuları, takıntıları yok sayarak bir düşünce sistematiği geliştirilmelidir. Son zamanlarda emarelerini görmeye başladığımız bu yeniden silkiniş, yapısını devam ettiren birçok çarpık anlayışın, hastalığın, zihni bulanıklığının da sonunu hazırlayacaktır. Bu yeni anlayışın temellendirilmesinde önemli olan kavramların doğru tanımlanması ve kavramlara yüklenilen anlamların sınırlarının belirlenmesidir. Öncelikle müphem ve ispatlanamayan cümlelerden uzak bir dil kullanılmalıdır.

En büyük sıkıntılarımızdan biri de üsluptur. Gerekçe ne olursa olsun üslubumuz bu kutsal davaya uygun bir seviye ve nitelikte olmalıdır. Eleştiri adı altında hakaret, aşağılama, ihanet, yaftalama gibi haksız ve küfür kokan hastalıklardan kurtulmak zorundayız. Eleştiri her şekilde yapılmalıdır ancak hiçbir ülkücü, dava arkadaşının ya da başkasının şahsiyetini rencide etme hakkına sahip değildir.

Üslup; bireyleri inciten değil onurlandıran, harcayan değil kazanmaya çalışan bir bakışla oluşturulmalıdır. Çünkü insan çevresiyle birlikte kendi öznesine yönelebilen ve bütün bunları aşarak medeniyetler inkişaf ettiren tek varlıktır. Böyle şuur sahibi bir varlığa karşı ne kadar hassas olunsa o kadar da var oluş gayesine yaklaşılır. Ülkücü, tevazu kadar hoşgörü yönüyle de bir duruş abidesi olabilmeli; insana saygıyı Hakk’a saygı olarak kabul etmelidir.

Bu noktadan sonra insan modelinin nasıl olması gerektiği hususu ön plana çıkacaktır. Batının pozitivist–sekülarist girdabında kalmadan ve doğunun mistik havasına girmeden ifrat ve tefritten uzak durarak mana ile maddeyi hayatında bütünleştirebilmelidir. Kendisine, toplumuna yabancılaşmamış, çevresiyle ve yaradılış gayesine de uygun hareket edebilen bir “Alp-Eren” karakteri oluşturulmalıdır. Yaradan ile arasına aracı koymayan bir kişilik olmalı; birilerini kendine halife yapmak gibi bir mantık çelişkisine girmemelidir. Dolayısıyla cemaat, tarikat, ya da aşiret kültürü onun ruhsal dünyasında yabancısı olduğu ve tasvip edemeyeceği anlayışlardır. Onun bir aşkı, sevdası vardır: Turan.

Ülkücü, sürekli okuyan, araştıran, sorgulayan bir zekâ formasyonuna sahiptir. Onun için bitmişlik yoktur; sürekli bir varoluş çabası içindedir. “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır” mesajı onun hayat düsturudur. Mazlum ve mağdur bir medeniyetin mensubu olduğunun idrakinde olup bu durum, ona daha çok sorumluluk yüklemektedir.

Özgürlük bir ülkücünün en büyük sermayesi ve vazgeçemeyeceği en önemli hasletidir. Zira bireye cüzi irade verilmemiş olsaydı; insanı eşref-i mahlûkat yapan özelliği kalmazdı. Biliyoruz ki; onu diğer canlılardan ayıran özelliği, iradesini kullanabilmesidir. Ülkücü, insanı

“zayıflar ve güçlüler” olarak gören seçkinci bakışı ya da mistiklerin “müritler tayfası” anlayışına isyan edip bir birey, “şahsiyet” olarak kabul eder.

Lider, karizmatik özelliklere sahip insanüstü yeteneklerle donanmış biri değil; kitleyi harekete geçirecek, kolektif çalışmanın uyumunu sağlayan, bunları hayata geçiren, ortak irade ile verilen kararları uygulayan kişidir. İnsanoğlunun aklı ile ulaştığı en ideal sistem olan demokrasiyi ve onun kurallarına uymak ve uygulamak zorundadır. Bu paradigma da lider değil, toplumsal irade egemendir. Lider ise toplumunu birliğini, dirliğini sağlayan millet iradesine, teşkilatın eğilimlerine ve dünya görüşüne uygun hareket eden ve bu doğrultuda grubu sevk ve idare eden şahsiyettir.

Düşünce sistemi Türk odaklıdır ve dogmalara yer yoktur. Türk’ün dünyayı algılama ve yorumlamasına dayanan, bilimin ışığında temellendirilen, gelişme ve değişmeye açık bir prensipler sistemidir. Dayanağı Türk milleti, hedefi İlahi kelimetullah ülküsüdür. Bu anlayışların tamamı bilimsel verilere paralel bir şekilde insan ufkunun sürekli değişerek gelişmesine olanak sağlar. Türklük gurur ve şuuru, İslam’ın ahlak ve faziletiyle bütünleşmiş olan bu anlayış bir kaosa sürüklenen insanoğluna bir nefes, bir hayat, bir düzen, bir mutluluk kaynağı olacaktır.

Teşkilat bir grubun dünya görüşünü geniş kitlere götüren, yayan ve hakim kılmaya çalışan bir organizasyondur. Teşkilatlanmada birlikteliğin sağlanması, kararların hızlı bir şekilde alınması ve kaosu önlemek için “biz” duygusu egemen olmalıdır. Sistemin kendisinde kutsallık yoktur. “Kol kırılır yen içinde kalır.” mantığı onun hayat felsefesinde karşılığı olmayan bir hastalık kabul edilir. Teşkilat veya parti dünya görüşünün dışında ve üstünde bağımsız ve üstün bir özelliğe sahip olmadığı da hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Teşkilatta görev almak bir sıçrama(!) tahtası değil aksine bu büyük davanın sorumluluğunu almaktır. Bu sorumluluğu almak bir noktada büyük bir imtihanla baş başa olmaktır. Görevi alacak kişi mutluluk ile sorumluluğu aynı derece de içselleştiren kişidir.

Ülkücü hareketin böyle bir yapılanmaya her yönüyle ihtiyacı vardır. Yazdıklarımızda eksikler yanlışlar olabilir zaten ülkücülük de bu eksiklikleri gideren, yanlışları düzelten, düşünceyi tekâmüle ulaştıran bir zihniyetin adı olmalıdır. Bu yazılanlar üzerinde eleştiriler oldukça daha güzel yazılar çalışmalar, icraatlar, hizmetler ortaya çıkacaktır. Önümüzdeki dönenim böyle bir geleneğin oluşmasına katkı veren ülkü devlerinin çoğalması dileği ile Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin.