ÜLKÜCÜNÜN VİCDANIYLA MUHASEBESİ Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 06:31

Bir hareketin karar anı diyebileceğimiz zor, sıkıntılı bir o kadar da sorumluluk taşıyan bir dönemden geçiyoruz. Ortaokullardan başlayarak gençlik yetiştirmeye başlayan ocaklar, şehitler, gaziler ve birçok mağduriyetler...

Ülkücü hareket bir yol ayırımındadır. Bir yandan bu davayı hakkıyla temsil edememe problemi yaşarken diğer yandan ülkücülük fikriyatını MHP’nin dışında başka siyasi kulvarlarda da temsil ettiklerine inananların ortaya çıkmaya başlaması… İki yanlış bir doğru etmez. Temsil edilememe veya bunda ısrar ne kadar yanlışsa ülkücü hareketin tek siyasi organizasyonu olan MHP dışında arayışlarda bulunma o kadar yanlış ve ülkücü iradenin asla tasvip etmeyeceği bir davranıştır.

Bu hareket hangi şartlar altında bugünlere geldi sorusuna cevap vermeden bugünü anlamamız de mümkün değildir. O muhteşem maziye baktığımızda; ülkü ocaklarının kiralarını okul harçlıklarıyla ödeyen, yemek parasını günlük gazetesine ayıran bir nesil, cezaevlerine düşen arkadaşları ve ailelerine kol-kanat germeye çalışan ahlaki bir fazilet, yurdun herhangi bir yerindeki dava arkadaşının sıkıntısını içinden hisseden muazzam bir vicdan görürüz. Parti çalışmaları için kendi aralarında para toplayan seçkin bir topluluk, kendi bölgesinde herhangi bir problem varsa çözümünde liderlik eden bir anlayış, ülkesi hakkında bir söz söylenecekse, eylemde bulunulacaksa bütün dikkatlerin üzerine çekildiği bir teşkilat ve bunun yanı sıra bütün ülkücülerin birbirinden de haberdar olduğu kolektif bir dayanışma ruhu… Tarihimizi öğrenmek isteyenlere bunlar sadece birkaç küçük örnektir. Bizler böyle bir ocağın kültüründen yetişerek, o sorumlulukları alarak, o şuuru kazanarak bugünlere geldik.

Bu şuurla yetişen bir neslin misyonunda ne başarısızlık ne de yenilgi olmamalıydı. Peki, ne oldu da bugün etkisiz elemana dönüştü? Bir ihtilal gencecik fidanları devirdi. Hapishaneler, sürgünler, meslekten atılmalar, efsanevi lideri hakka yürümesi, psikolojik travmalar sonucunda alaboraya kapılmış bir gemiye döndü bu hareket.

Gemiyi tekrar rotasına sokabilmek için bir pusulaya ve kaptana ihtiyaç vardı. Asıl sıkıntı bundan sonra başladı. Yolcular yorgun, kırgın ve hak etmedikleri bir tavır ile karşı karşıyaydılar. Ruh halleri “öz yurdun da garipsin /öz vatanında parya” ile ifade edilebilinirdi ancak. Pusula da bir problem yok gibi; pek de iyi olmamalarına rağmen yol almalarını sağlayacak durumdaydı. Kaptan ve tayfası içinse aynı şeyleri söylemek mümkün değildi. Alabora korkusu iliklerine kadar işlemişti; hep durgun havalarda denizde olmaları gerektiği anlayışı onların olmazsa olmazları olmuştu.

Gemi ne limana varabiliyor ne de derin sularda yol alabiliyordu. Bu durum karşısında bizim de kaderimiz kaptan ile tayfasının gemiyi yönetme anlayışına endekslendi. Aksiyoner bir hareketi asıl özeliklerinden arındırarak “birilerinin” istediği şekle koydular; kurdu, kuzuya dönüştürdüler. İhtilalın bile yapamadığı tahribatı kendi içinde görmesi bu hareketi ve mensuplarını derinden etkilemiştir.

Girdiği ocak ona hitap edemiyor, partide o mutluluğu yakalayamıyor, genel merkez daha da yabancısı olduğu bir yapı... Ülkücünün bir isyanı var; kendini, teşkilatını, ocağını, gazetesini, samimiyeti, vefayı, dostluğu, fazileti, vicdanı arıyor. Kısacası Kürşat ruhunu özlüyor ve arıyor.

Ülkücü, ikinci adamlığı içine sindiremiyor; yaşadığı coğrafyada o konuşmak, karar vermek ve hükmetmek istiyor. Gündemi başkası belirler, biz konuşuruz anlayışına isyan ediyor. Bunlar olurken de ülkücü hareketin mücadelesinin sadece MHP içinde olması gerektiğini de unutmamalıyız.

Beyler, bu gidiş hayra alamet değildir. Hala neyi bekliyoruz? Tabanımızdan koptuk, ülkümüzden, siyasetten, sevdamızdan koptuk; peki, neye tutunmaya çalışıyoruz? Türk’ün ateşle imtihanında herkes sorumluluğu almak zorundadır. Şu an yönetimde olanlar ve bu davaya gönül verenler ben-sen olayından kurtularak “biz” duygusuyla hareket edelim, herkesi kucaklayalım hem de hiçbir arkadaşımızı küstürmeden kucaklayalım düşüncesine sahip olmalıdır.

Olay kişilerle, yönetimlerle çözülemeyecek kadar derinleşmiştir. Yeni bir başlangıç yapmak gerekir. Bir ülkücüde olması gereken bütün hasletler, yönetimin en üst kademesinden en alt

kademesine kadar nüfuz edebilmelidir. “Türklük gurur ve şuuru, İslam’ın ahlak ve fazileti” herkesin hayat tarzı haline gelmelidir. Bu ruh, başta ülkü ocakları olmak üzere bütün kuruluşlarının asli görevi olmalıdır. En önemlisi nicelikten çok nitelikli ve kişiliği ile örnek olacak bireyler kuruluşlarda görev almalıdır.

Tüm bu sorunlar karşısında yeniden yapılanmaya gidilmelidir. Aşkı, sevdayı, heyecanı kaybetmiş olanlar görevi bir bayrak yarışı gibi diğerlerine bırakmalıdır. Parti ve teşkilatlar tekrar ülkücülerin sesi, kulağı ve vicdanı olmalıdır. Yeni bir kıvılcım, bir rüzgâr bütün teşkilatlar da ülkücülerin ruhlarında kasırgaya, tufana dönüşmelidir. Bütün olumsuzluklara rağmen başta yönetim olmak üzere her ülkücünün çabasıyla üzerindeki bu ölü toprağını atarak kendine gelmelidir. Bu öze dönüş sadece ülkücü hareketin dönüşü olmayacak Türk milletinin, Türk dünyasının, İslam dünyasının ve insanlığın kurtuluşu olacaktır. Böylelikle emperyalizmin her türlü türevlerine de bir başkaldırı yapılmış olacaktır. Bu hareket bütün bunları fazlasıyla yapabilecek güce ve iradeye sahiptir.

Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin…