VİCDAN MI DEDİNİZ? BİR DAKİKA CÜZDANLARIMIZA BAKALIM…

07.04.2016 19:59

Son dönemde ülke olarak zor günlerden geçmekteyiz. Her gün şehit haberleriyle yüreğimiz dağlanırken bedelli askerlik uygulaması gündemimizde yer almaya başlamış; hatta bu yetmiyormuş gibi bir de vicdanı ret kavramı hayatımıza girmiştir. Her iki olayın da ister tesadüf ister planlı olsun Türk’ün direncini kırmaya ve bu topraklardan atmaya yönelik olduğu aşikârdır.

Bu anlayış, aynı zamanda toplumu ayakta tutan adalet, eşitlik, sorumluluk gibi vatandaşlık kavramlarının da içini boşaltmaktadır. Olaya sadece özgürlük yönü ile bakmak ise vahim sonuçların doğmasına sebep olacaktır. Mutlak özgürlük, kaos demektir. Özgürlük dediğimiz olgunun sorumluluk ile ancak anlamlı hale gelebileceğini hiçbir zaman unutmamız gerekir.

Bu açıdan baktığımızda vicdani retçilerin itirazlarını üç noktada topladığını görüyoruz: politik görüş, ahlaki değerler ve inançlar. Bu üç faktörün temelinde ise vicdan kavramı yatmaktadır. Vicdan, insanın içten ya da dıştan gelen uyarıcıları, olayları kendi içsesi ile sınaması, muhakeme etmesidir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere öznel bir özelliğe sahiptir.

Vicdani ret olayı ise Batı toplumlarında uzun süre önce çözülmüş; tarihi XIX. yüzyılın başlarına dayanan bir olaydır. Bizde ise son yıllarda gündeme gelen can sıkıcı bir problemdir. Vatandaşlar arasında yapılmaya çalışılan bu ayrımcılık, toplumun temel dinamiklerini sarsacaktır. Hiçbir gerekçe toplumdaki bireyler arasındaki ayrımcılığı hoş gösteremez. Bir hastalık hali olan ve Batıdan geçen bu “kazanılmış hak”(!) saçmalığına düşmemek gerekir. Önümüzdeki dönemde bu kapıyı açarsak başta bölücüler olmak üzere birçok kesim bunu bir hak olarak kullanmaya başlayacak ve bu durum içinden çıkılamaz bir hal alacaktır.

Bir diğer yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hukuk adına toplumsal yapımızla taban tabana zıt kararları ile dokumuzu sarsmaya devam etmektedir. En son Türkiye’nin mahkûm olduğu karar bardağı fazlasıyla taşırmıştır. Bu karara gösterilen tepkinin Batı toplumlarından farklı oluşu, jeopolitik ve jeostratejik bir bölgede yer almamızdan kaynaklanmaktadır. Ayrıca terörün en yoğun olduğu dönemde bu kararın gündeme gelmesi de haklı olarak tepkileri daha da artırmıştır.

Bedelli askerlik ise çok enteresan bir dönemde tekrar piyasaya sürülmeye başlanmıştır. Eski medeniyetlerde zengin fertler isterse bedel karşılığında köleleri azat edebiliyorlardı. Şimdilerde ise tekrar kölelik mantığı yani para ile ölçümlerin yapıldığı bir anlayış egemen olmaya başladı. Paranız varsa askere gitmenize gerek yoktur; paranız yoksa zengin çocukları adına askerliğini yap gerekirse şehit ol mantığı hakim kılınmak istenmektedir.

Böyle bir mantık toplumda birliği, dirliği nasıl sağlayacak? Birileri gencecik yaşında şehit düşerken diğerleri parası olduğu için askere gitmiyorsa burada adaleti, eşitliği neyle, kim sağlayacak? Mensubu olduğumuz İslam inancının kutsallarında bile böyle bir durum yoktur. Muhafazakâr iktidarın bu durumu pervasızca yozlaştırması da dikkatlerden kaçmamalıdır. İnancımızda kutsal kabul edilen şehitlik ve gaziliği bu kadar değersizleştirmekle neye, kime hizmet ediyoruz? Bir yandan vicdan-bedel diğer yandan şehitlik ve gazilik…

Şehit düşen askerlerin ana-babaları “vatan sağ olsun “diyorlardı. Peki, o şehitlerin kanı ne zamandan beri bedel ile ölçülür hale geldi? O boynu bükük babalara, bağrı yanık analara kusura bakmayın paranız olmadığı için çocuklarınız şehit oldu diyebilecek miyiz? Bundan sonra ana-babalar “vatan sağ olsun “ diyebilecek, kınalı kuzularını seve seve askere gönderebilecekler mi? Bu soruları düşünmek ve sorgulamak bile şehitlerimizin acısını yüreğimizde bin kat daha arttırmayacak mı?

Aklın, mantığın, bilimin ve vicdanın parayla satıldığı iptidai bir dönemden geçtiğimiz ortadadır. Türk milletini tarih sahnesinden silmek isteyenler, her türlü entrikayı sergilemektedir. Bizlerde figüran olarak nedenleri-niçinleri sorgulamadan bize sunulan oyunu oynamaya devam mı etmeliyiz? Yargı yoluyla bitirme çabaları yetmiyormuş gibi, “Bedelli askerlik “ ve Batıdan dayatılan “vicdanı ret” ile bir kurumun yok edilişini adeta sinemada film seyreder gibi izliyoruz. Bu gidiş hayra alamet değildir; iktidar mücadelesini, kadrolaşmayı aşan bir boyuta ulaşmış durumdadır. Basit hesaplar peşinde koşanlar, köşe başlarını kapmak isteyenler, ikballeri için çalışanların şunun farkına varmalarını dileriz: Bu coğrafyadan olursak ne köşe başları, ne ikballer ne de basit hesaplarınız tutar; çünkü ortada bunları uygulayacağınız vatanınız da olmayacaktır o zaman.