ZİHNİMİZİ KİM YÖNETİYOR? Abdullah ALAGÖZ

03.04.2016 06:36

Zihin kontrolü, günlük hayatın içinde sosyal etkileşimlerle karşımıza çıkan bir durumdur. Peki, biz bu durumun ne kadar farkındayızdır? Bu sorudan daha da önemlisi ve tehlikelisi, zihin kontrolü kavramının toplumsal boyutudur.

 

Toplumsal zihin kontrolü; toplumu istenilen tarafa yöneltmek, o toplumun kültürünü tahrip ederek çökertmek veya istenilen noktaya çekebilmek amacıyla yapılmaktadır. Televizyondan basına, reklamlardan filmlere kadar her türlü iletişim aracı bu uğurda kullanılabilmektedir.

 

Toplumsal zihin kontrolünün yanı sıra gelişmiş ülkelerin istihbarat birimleri, bireysel zihin kontrollerini rakiplerine karşı acımasızca uygulamaktadırlar. Bunun birçok örneği de bulunmaktadır.

 

Bugün psikolojik harbin bütün unsurlarının uygulandığı bir kuşatma ile karşı karşıyayız. Birey, öğrenmesi veya bilmesi gerektiği kadar bilgi ile sınırlandırılmıştır. Kendisine verilen tek taraflı bilgilerle algılamaya, yorumlamaya ve analiz etmeye mecbur bırakılmıştır. Bireyin sınırlı verilerle ( Bunlar da zihin kontrolü ve algı yanılmalarının ürünüdür.)yapacağı her yorum ya gerçekten uzak ya da emperyal güçlerin hizmetine yarayacak şekilde temellendirilecektir.

 

Ülkemizde terörle mücadele müzakereye dönüşmeden önce bütün dikkatler sözde“Ergenekon terör örgütü“ üzerine çekildi. Ayrıca dikkatler buna çevrilmişken “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adı altında terör canavarlaştırıldı. Bir bölgemizde devlet alan hâkimiyetini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Hal böyleyken toplum, algı dönüşümü sonucunda terörü değil, Ergenekon’u konuşmaya başladı. Bu durum beyin kontrolüne enteresan bir örnektir.

 

Belirli güçler tarafından planlanan ve belirlenen hedef kitleler üzerinde uygulanan bu acımasız savaş, toplumun bütün bireylerini belirli oranda etkilemektedir. Etkileme ve yönlendirme sonucunda toplumsal ve bireysel davranışlar ve kanaatleri istedikleri paradigma doğrultusunda değiştirmeyi amaçlarlar. Sonuçta bir paradigma değişikliği, bir algı dönüşümü gerçekleşmektedir.

 

Bütün küçük ve kapalı gruplarda, cemaatlerde, tarikatlarda zihin kontrolü hep bir yöntem olarak kullanılmıştır. Ayrıca ihtilal ve muhtıra dönemlerinde de aynı yöntemlere başvurulmuştur. En son 28 Şubat sürecinde bu durumun en somut örneğini görmekteyiz.

 

“Biat” kelimesi ile “ayinler” başlı başına bir başkasının emri altına girmedir; yani zihin kontrolüdür. Yıllarca bu yöntemle insanımız uyutularak belirli gruplar hedeflerine ulaşmıştır. Yine bu cemaatin basın-yayın organları Ergenekon ve ordu gibi kavramlara olumsuz nitelemeler yükleyerek kötüleme yoluna gitmiştir ki bu hal kendi grubu içinde bir yargı ve tutum haline gelmiştir.

 

Ülkemizde bir cemaatin bunun bayraktarlığını yapması da düşüncemizi desteklemektedir. Zira bu grup, varlığını ve devamlılığını zihin kontrolüne borçludur. Topluma karşı beyin yıkama gibi acımasız ve totaliter rejimlerde bile uygulanmayan yöntemler uygulanmaktadır. Tepkisiz, muhakeme edemeyen belki de insanlık tarihinde görülmeyen bir insan modelini oluşturmayı amaçlamaktadırlar. Amaçlarına ulaşabilmek için

 

kitle iletişim araçlarını da planlı bir şekilde kullanmaktadırlar. Nitekim bu gruba karşı gazeteciler dahi olumsuz yorum yapmaktan kaçınmışlardır. Bir gazetecinin “Bunlara dokunan yanar.” sözü üzerinde düşünülmesi gerekir. Böylelikle toplum adeta yığına, sürüye dönüşmektedir. Egemen güçlerin zihin kontrolü yöntemleriyle büyük bir aşama gösterdiklerini de can yakıcı terör olaylarına karşı toplumun tepkisizliğinden rahatlıkla anlayabilmekteyiz.

 

Beyin yıkamanın ülkücü hareket üzerinde de olumsuz etkileri olmuştur. Önce geçmişini sorgulamayla işe başlayıp devamında kötüleme yolu tercih edilmiştir. Hedefleri, ideallerindeki ülkücü tipini tasarlamak olmuştur. Bunun sonucunda ılımlı, pasif, edilgen, her karara tepkisiz kalan bir ülkücü anlayışını piyasaya sürdüler. Bu propaganda öyle bir etki yaptı ki adeta bölücülerin, cemaatlerin her sözünü ülkücüler desteklemek zorundaymış algısı oluşturuldu. Ülkücülerin kullandıkları kavramlar dahi incelendiğinde farkına varılmadan da büyük bir etkilenmenin olduğu ortaya çıkıyor. (Türkiye’de en az etkilenen grup olarak ülkücüler ele alınırsa varın gerisini siz düşünün!)

 

Pavlov’un şartlı refleksi gibi topluma sunulan bu vasıtalı şartlanma ve farklı türevlerinden kurtulmamız gerekir. Sürekli sunulan aynı uyarıcılara karşı toplum olarak zamanla duyarsız hale geldiğimiz de bir gerçektir. Bu propagandayı topluma şırıngalayanlar, var olan durumla yetinmeyip hedeflerine varmanın yanı sıra bu coğrafyayı denek haline getirmekten de çekinmemektedirler.

 

Bu durum karşısında fikri temelde bir başkaldırıya ihtiyacımız vardır. Belki tarihinde ilk kez başvuracağı bireysel isyandır. Kendisi olmak, başkalarından farklı olmak için giriştiği zihni bir çabadır. Ak ile karanın aynı gözle görülmesine, emperyal oyunları bozacağı yerde figüranı olmasına, uzaktan kumanda ile hareket etmesine isyanıdır. Kısaca; üzerinde muazzam tahribat yapan zihin kontrolü ve psikolojik algı oyunlarına karşı giriştiği mücadeledir.

 

Gerçek bilgi, zihninde oluşan ve kuşku götürmeyecek bilgi olmalıdır. Alışkanlıklar, önyargılar, mitoslar bir kenara bırakılmalıdır. Burada sunulan ya da verilen her bilgiye kuşkuyla yaklaşılarak doğrulanana kadar o bilgi sorgulanmalı ve yeniden yorumlanır hale getirilmelidir. Karşıt tarafın sunduğu değil, bizim yorumladığımız, bize ait diyebileceğimiz bir bilgi temelle alınmalıdır. Bunun için Descartesci yöntemi kullanabiliriz. Sistematik şüphe ile(şüpheyi araç olarak kullanarak) şüphe götürmeyen gerçeklere, açık-seçik, yalın bilgiye ulaşmayı sağlayan bu yöntem, çıkış noktamız olmalıdır.

 

Bu durumdan kurtulmamız için bireyin çabası kadar grubun da bir şekilde bazı araçlarla donatılması ve önleyici psikolojik harbin unsurlarını kullanarak mücadeleye girmesi gereklidir. Bunun için ilk olarak, bilgi kaynakları konusunda da seçici olmamız gerekir. Kendi bilgi kaynaklarımızın, kitle iletişim araçlarımızın dışında sunulan her bilgiyi kuşkuyla karşılamalı ve o boşluğu hızlı bir şekilde kendi kaynaklarımızla doldurmalıyız.

 

Toplum olarak bize yüklenilen bu hantal, anlamsız yanılgılar yığınından arınmak ve zihin kontrolünden kurtulmak zorundayız. Dünya görüşümüzü sorgulayıcı bir tarzda öğretmeyi hem de diyalektik tarzda bir tartışma, sorgulama kültürünü kazandırmalıyız. Bu donanıma sahip bireyler emperyal güçlerin oyunlarına gelmeyecekleri gibi zihin kontrolü ve psikolojik harp tekniklerinden de kurtulurlar.